
Odada ölüm sessizliği hâkimdi. Biz hâlâ salonun ortasındaydık. Cahide Hanım’la Efsun oturdukları yerden kalktılar. Birbirlerine karşı o kadar samimiydiler ki Efsun’u buraya onun çağırdığından emindim. Yiğit sıktığı elimi bırakıp yanlarına ilerlediğinde korkum daha fazla nüksetti. Hiç iyi olayların olacağını sanmıyordum. En çok da Yiğit’in öfkeli çehresi bunu gösteriyordu. Kaşları çatık, gözleri irilmişti.
“Ne oluyor burada?” Efsun öne atıldı ama Yiğit’in tek odak noktası halasıydı. Efsun daha fazla dikkat çekmek için Yiğit’in eline uzandı ve tuttu. Dejavu gibi gelen bu halle sertçe yutkundum. Yiğit elini sertçe çekip, “Ne konuşmuştuk seninle?” dedi bağırarak. Efsun’un yüzü düştü ama bu onun umursadığı durum değildi. Yiğit bu sefer Cahide Hanım’a dönüp, “Sana bu evden gitmeni söylemiştim hala,” dedi. Sabahki tavrı netti, en çokta kızgındı.
“Ne ara bu kadar saygısızlaştın sen?” Cahide Hanım Yiğit’in bu tutumuna sinirlendiği gibi hiç kendi suçunu görmüyordu. “Hayatındaki bazı değişiklikler mi seni buna iten. Bu kız…” Yiğit Cahide Hanım’ın sözünü kesip, “O kız benim karım demiştim sana ve sen bunu bile söylerken kendindeki hataları görmüyorsun. Mahir’i bana savunurken babamı hiç mi düşünmüyorsun sen? Ona kızgın olman gerekirken hatta,” dedi ama bu Cahide Hanım’ı hiç etkilemiş gibi durmuyordu. Oysa o her şeyin farkındaydı. Ben, aralarına girmek istemedim. Merdivenlere yöneldiğimde, “Zeynep,” diyen sesle durmak zorunda kaldım. Yiğit yanıma gelip elimden tutarak beni yanlarına götürdü. İkisi de bana öfkeyle bakıyordu ama bu benim umurumda değildi.
“İkiniz de ne yapılması gerekiyor biliyorsun. Özellikle sen Efsun.”
“Neden? Hâlâ neyin inadı bu? Söylesene Zeynep, hiç mi görmedin olanları.”
“Sana söz hakkı değil özür dileme müsaadesi veriyorum. Şimdi özrünü dile ve bir daha ona yaklaşmamak üzere evden çık git.”
“Dilemeyeceğim.” Adım atmıştı ki Efe önüne geçerek gitmesini engelledi. Efsun arada kalmıştı ki bunu ben engelledim, böylesi daha çok yıpratıyordu beni.
“Yiğit, istemiyorum. Şuradan bir an önce gidelim artık.” Yiğit diretecekti ama izin vermedim. Ben zaten çok yorgundum, daha fazla bunu yapmalarını istemiyordum. “Lütfen,” dedim fısıltı ile. Arada kaldığımı görünce bakışları yumuşadı. Kırılganlığımı görebiliyordu, onları yok saymam özürden daha dokunurdu onlara biliyordum.
“Efe, yapılması gerekeni biliyorsun. Sen ilgilenirsin.”
“Tamam kardeşim.” Onları arkamda bırakarak odaya çıktım. Nefes alamıyordum sanki. Neydi bu şimdi, nasıl bir hisse bürünüyordum bir anda? O kadar karmakarışık bir haldeydim ki, zihnim tuhaf bir karmaşanın ortasında kalbime büyük bir ustalıkla kendini kapatıyordu. Kimseye kendimi savunmak istemiyordum.
Nefesimi sertçe soluyup kolumdaki çantayı yatağa fırlattım. Bilmiyordum hiçbir şey, ben gerçekten düşünemiyordum. Çok mu abartıyordum bazı şeyleri diye düşünmeden edemiyordum. Hayatımda o kadar çok insan vardı ki artık görebiliyordum bazı şeyleri.
…
O olaydan sonra odadan çıkmamıştım, Yiğit’te yanıma hiç gelmemiş beni bir marakın içinde bırakmıştı. Bu saatte gelirdi normalde. Hatta o olaydan sonra beni hiç yalnız bırakmazdı. Üzerime hırka geçirip odadan çıktım. Onu görmek istiyordum, bu biraz olsun iyi hissettirecekti. Kaldığı odaya gittim lakin yoktu. Nerede olduğunu bilmediğim için diğer tahminim çalışma odasıydı. Bir alt kata indiğimde tahminim doğru çıktı. Aralık kapıyı gördüm ve oraya yöneldim. İçeriye girdiğimde hafif loş ışık karşıladı beni ama onu göremedim. Biraz daha içeriye girdiğimde oradaydı. Yerde oturuyordu ve hiç iyi gözükmüyordu. Yavaşça yanına yaklaştım. Titriyordu, beni fark etmeyişi bir anda Ezgi’nin anlattıklarını hatırlattı. Önüne diz çöktüğümü bile fark etmedi ve titremesi soluk alış verişini bile zorluyordu. Terlemişti, yüzüne dokundum. Ateşi vardı, en çok da gözleri açıktı ama sanki kendisi burada değil gibiydi.
“Yiğit.” Seslenmem nafileydi, beni duymuyordu. “Yiğit, iyi misin?” Sesimle beraber ellerimde titriyordu. Şu an gerçekten korkuyordum. “Lütfen bir ses ver.” Yüzünü tuttuğum anda bir şeyler mırıldanmaya başladı. Anlamaya çalışsam da anlayamıyordum.
Bir anda ayağa kalktı ve ben daha ne olduğunu anlayamadan odadan çıktı. Peşi sıra koşmaya başladım. Seslendim ama duymuyordu beni. Evden çıkıp arabaya koştu bu sefer. Bağırarak korumalara seslendim. Hepsi engel olmaya çalışıyordu lakin kimse ona güç yetiremiyordu. Ben de onun gibi arabaya bindim. Belki bu çok tehlikeliydi ama yanında olmalıydım. Arabayı deli gibi sürüyordu.
“Dur Yiğit.” Durmadı, daha fazla hızlandırdı aracı. Beni tanımıyor gibiydi. Bense ne yapacağımı bilmiyordum. Korkum nüksettikçe ona engel olmak istedim ama yapamadım.
“Yalvarırım dur.” Önce eline sonra yüzüne dokundum. Ateşi vardı ama buz gibi terliyordu. “Yiğit beni duyuyor musun?” Duymuyordu, bu durum bana yabancıydı. Ona nasıl yaklaşacağımı bile bilmiyordum.
“Öldürecekler.” Konuştu. Bu sözcük sanki onu geçmişe çekmişti. “Kimi?” dedim. Cevap vermedi, aksine arabayı fazlasıyla hızlandırdı. Ona artık ulaşamıyordum. İlk defa bu halini görüyordum. Zaten Ezgi bana bahsetmese haberim dahi olmazdı.
“Yiğit dur,” demeye kalmadan araba ani fren yaptı. Öne savruldum ama tez toparladım. Yanımda duran Yiğit’e baktığımda boş boş önüne bakıyordu. Ona doğru çevirdim bakışlarımı ve kolundan dürtükledim. “Korkutma artık beni Yiğit.” Ağır çekimle yüzünü bana çevirdi. Gözleri kıpkırmızı, hali dağınıktı. Yüzünü avuçlarım arasına aldım. “Öldürmeyecekler kimseyi,” dedim. Ona artık kendini iyi hissettirmeliydim. Sıkıca sarıldığımda o da aynı şekilde sarıldı. “Bak bana.” Geri çekildiğimde yeniden yüzünü avuçlarımın arasına alıp, “Sen de iyi olacaksın,” dedim. Hâlâ nasıl olduğunu idrak edememiş gibi etrafta gezindirdi bakışlarını.
“Gitmem lazım Zeynep?”
“Seni bu halde bırakamam.”
“Madem öğrendin, her şeyi gelince anlatacağım sana.” Bu arabadan inmem için bir ricaydı. Bu olanlar ise kendiliğinden gelişmiş sayılmazdı, büyük ihtimal gece birileriyle görüşmüş olmalıydı.
“Bırakamam seni.” Bu sefer o avuçlarının arasına aldı yüzümü. “Ünal’ın planlarından haberim vardı. Sadece elimden bir şey gelmediği için o an öyle oldum. Söz veriyorum döneceğim, kahvaltıya evde olacağım. Şu an gitmem gerekiyor, Demir’e haber verdim.” İstemeye istemeye, “Peki,” dedim. Alnımdan öptü, geri çekildi. Soluğu kesik kesikti. Şimdi onun üzerine gidemezdim, bu kişisel bir konu değildi.
“Bitecek, bu son çırpınışları mavi. Bütün kozlar ben de artık.” Bir saat öncesindeki o değilmiş gibi şimdi heyecanı ona kendini kazandırmıştı. Ona doğru ilerledim, aramızda çok bir mesafe kalmamıştı. Bu yaklaşımım onu şaşırtıyordu.
“Seni bekleyeceğim.” Sıkıca sarıldım ve boynundan öptüm. Bedeni önce kasıldığı gibi parmakları tenimi sıkıştırdı. Sadece bana ayak uyduruyordu, gergin bedenindeki özlem fazlaydı ama ona olan önceki mesafemden ötürü alanı kısıtlıydı.
Yüzümüz birbirine o kadar yakındı ki nefesi bile nefes almam için yeterliydi. Bu sefer o yaklaştı. Önce sol avucu sol yanağımı sevdi ardından dudakları tam dudağımın kenarında birleşti. “Beni engelliyorsun.” Güldüm. Gitmesini istemiyordum.
“Gitme o zaman.”
“Gitmeliyim, yılların planı bana bağlı mavi.” Yüzüm düşse de ona engel olamazdım. “Bekleyeceğim seni,” dedim. Başka ne diyebilirdim ki? Neredeyse her şeyi biliyordum. Yiğit’in bu tutumuna hak veriyordum artık. Son kez alnımdan öpüp geri çekildi ben de arabadan inerek arkamızda bekleyen araca ilerledim. Ara sıra dönüp ona baktığımda o da bana bakıyordu bunu fark edebiliyordum. Sadece zamana bırakmıştık her şeyi, şimdi gidiyordu ama dönüşte bizi ne bekliyordu bilmiyordum.
…
Elimdeki tabağı Hümeyra’nın önüne koyup hemen karşısındaki sandalyeye oturdum. Hümeyra ise mama sandalyesinde önündeki tabakla kendi çabaları ile yemeğini yiyordu. Dalgındım, dün geceden bu yana Yiğit’ten hiçbir haber alamamıştım. Saat sabahın onuydu. Halime abla kahvaltı hazırlamak için mutfağa geldiğini bile bana seslendiğinde fark ettim.
“Efendim abla.” Tepemde öylece bana bakıyordu.
“İyi misin?”
“Yiğit’ten haber yok değil mi?” Kendimi göz ardı etmem hoşuna gitmeyecek ki karşıma oturdu.
“Uyumadın değil mi bu gece hiç.” Omuz silktim, uyumamıştım evet. “Haber alamadan uyumak istemedim.”
“Hadi Hümeyra’yı bana bırak da çık uyu biraz, gözlerin kıpkırmızı.”
“Yok abla, uyuyamam artık.” Kendin bilirsin der gibi bakıp ayağa kalktı. Kahvaltı hazırlarken Hümeyra’nın yemek yiyişini izleyip gülümsedim. Her yerine bulaştırdığı gibi elindeki kırıntılarla oynamaya başlamıştı.
“Ah kızım, ne yaptın öyle.” Hemen köşeden onun için ayırdığım bezi alıp elini ve yüzünü sildim, zaten yemeği de bitmişti. Onu oturduğu sandalyeden kaldırıp serbest bıraktım. Direkt merdivenlerden inen Aysun annenin yanına koştu. Aysun anne Hümeyra’yı kucağına alıp art arda sevmeye başladığında gülümsemem çoğaldı. Aysun anne Hümeyra’nın üzerine çok düşüyor, Hümeyra ise bunu hissediyor gibi Aysun anneyi çok seviyordu. Kalbim yumuşacık oldu. Aysun annenin Gizem’den dolayı nasıl hasretle Hümeyra’ya yaklaştığını anlayabiliyordum. Bir keresinde Gizem’in fotoğrafını görmüştüm, Hümeyra Gizem’e çok benziyordu.
“Günaydın,” dedim. Aynı şekilde gülümseyip, “Günaydın kızım,” dedikten sonra salona ilerlediler. Onları arkamda bırakarak odaya çıktığımda telefonumun bildirim sesiyle heyecandan adımlarım olduğu yerde durdu. Mesaj Yiğit’tendi. En çokta bu beni rahatlatmıştı ama okuduğum mesaj beni pek mutlu etmedi.
“Şehir dışına çıkacağım. Beni merak ettiğini biliyorum ve uykusuz kaldığını da. Kendini yıpratırsan aklım sende kalır mavi. Beni düşünme, en kısa zamanda yanında olacağım. Seni seviyorum.” Aradım ama telefon kapalıydı. Böyle diyordu ama nafileydi.
“Bak anne buradaymış.” Aralık kapıdan giren Ezgi ve kucağındaki Hümeyra gülümsetti. Hümeyra’nın başında oldukça kokoş bir bandana vardı. Yanıma geldiklerinde Hümeyra başındaki bandanayı gösterip, “Anne kebelek,” deyince kıkırdadım. Kocaman kurdeleli pembe bandana kafasına oldukça büyük gelmişti. Hümeyra bunu kelebeğe benzetmişti.
“Sen Ezgi teyzen gibi kokoş mu olacaksın?” Ezgi bu tabirimden pek hoşlanmamıştı. Yüzünü buruşturarak, “Çocuğuma ne öğretiyorsun öyle ya,” dedi. Koluma çimdik atıp Ezgi’ye sulu bir öpücük bıraktı.
“Gerçekleri çiçeğim.” Ters ters bakmaya devam etti. “Hadi aşağıya inelim. Kahvaltı hazır.” Dediğini yapıp odadan çıktık. Masada oturan Aysun anne ve Halime abla bizi görünce sohbetlerine ara verdiler. Oturduğumuzda yeniden sohbetlerine devam ettiler. Akşam için planlarından bahsederken annemleri çağırmak istediklerini bizzat söylediğinde onları onaylamaktan başka bir şey demedim. Zaten onları ben de özlemiştim.
…
Akşam için hazırlıklara başlarken Efe Yiğit’in isteği ile beni aramış bilgi vermişti. Daha sonra yanlarına giden Demir ve Muaz Bey olmuştu. Ankara’ya göreve giden Bahadır’da onlara katılmıştı. Ezgi uzun zamandır onu görememenin hayıflanmasıyla söylenip duruyordu. Kemal Bey hâlâ izin vermemişti onlara. Ezgi çok üzülüyordu ama sırf olay çıkmasın diye bir şey demiyordu.
Annemler geldiğinde sadece Yusuf’la Büşra yoktu. Yusuf Yiğit’e hâlâ kızgındı, bu yüzden buraya gelmemişti. Bu durum beni çok fazla üzüyordu. Zaten araları zar zor düzelmişti, şimdi hiç olmayacak hasar almıştı.
Annem Hümeyra’ya sarılırken nasılda özlemişti görebiliyordum. Babamda annemden çok farklı değildi, koltukta otururlarken etraf pek onları ilgilendirmiyor gibiydi. Annem aldığı hediyeleri gösteriyor Hümeyra ise mutluluktan elindeki hediyelerle etrafta koşuyordu. Bu durum salonda keyifli kahkahayı sürdürüyordu.
“Masaya geçelim mi?” Kemal amcanın teklifi ile herkes ayaklandı. Kemal amca oturamadan telefonu çaldı. Kısa bir dinleyişten sonra yüzü kireç gibi oldu. Önce duraksadı sonra bakışları direkt Ezgi’ye kaydı. Telefonu kapattığında sanki kelimeler diline yapışmış gibi bir süre konuşamadı. Aysun anne ne olduğunu sorduğunda sertçe yutkundu.
“Bahadır,” dedi aniden. Korkuyla baktık yüzüne. “Yarım saat evvel büyüyen olaylardan ötürü yaralanmış hastanedeymiş şu an.” Ve büyük bir sessizlik ardından Ezgi’nin bağırışı… Herkes oturduğu gibi kalktı. Ezgi telaşla kapıya koşarken annemle babamda aynı şekilde peşlerinden gittiler. Kucağımda Hümeyra onlara yetişmekte zorluk çektim. Hastaneye geçeceklerini söylediklerinde hızlıca ben de Hümeyra’yı Aysun anneye emanet edip arabaya bindim. O an Yiğit geldi aklıma, aradığımda meşgule attı telefonu ardından Efe’yi aradığımda her şeyi kısaca anlatıp Yiğit’in iyi olduğunu söyledi. Bahadır için içim içimi yerken Yiğit’in iyi olması biraz olsun su serpti içime. Aynı yerdeydiler ve çıkan çatışmanın ne denli büyük olduğunu görebiliyordum.
Ezgi’nin ağlayışıyla ona yaklaşıp teselli vermem de epey zordu. Ne desem beni duymazdı bilirdim. Şu anlık sadece köşeme çekildim. Uzun mesafeyi nasıl bitirirdik bilinmezdi. Beni korkutan Bahadır’a bir şey olmasıydı. Babam önde Kemal amcayla hararetli bir şekilde konuşuyordu. Annem sessizce yolu izliyor bense ortalarında ne olacağını bilemeden boş boş bakınıyordum. Meral yengeyi Aysun anne ile bırakmıştık. Gözlerim doldu, Bahadır’a bir şey olma ihtimali beni üzüyordu. Onunla güzel bir çocukluk geçirmiştik, hâlâ da aramız iyiydi ve en önemlisi de yanımda oturan Ezgi’nin acısı işliyordu yüreğime.
Birkaç saatlik yol büyük bir kasvetle geçti. Hastaneye koşarak girdik ve Bahadır’ın olduğu kata çıktık. Hâlâ ameliyatta olduklarını söylediklerinde beklemeye başladık. Serkan’ı görünce oturduğum yerden kalkıp yanına gitmem çok kısa sürdü. O ne olup bittiğini biliyor olmalıydı.
“Nasıl oldu bu Serkan?” diye sordum. Bir yandan Ezgi’ye bakıyordum.
“Yiğit bir şeyler sezmişti, girdikleri binanın gizli kapısı vardı, Bahadır ben girerim deyince kapı açılır açılmaz büyük gürültüyle patladı.” Sessizce anlatıyordu her şeyi. Yiğit’in gireceği odaya Bahadır girecekti ve kaderin en büyük yanı Bahadır için seçilmişti. Neye üzüleceğimi bilemiyordum artık. Nefesimi seslice soludum. Tahammülümüz kalmamıştı olanlara artık. En çok da kaybı yaşamaktı bizi yıpratan. Kemal amca, kızının önüne eğildi ve onu teselli etmek için dudaklarını araladı lakin Ezgi buna izin vermedi. Ayağa kalkıp babasının tam tepesinde bağırmaya başladı.
“Mutlu oldun mu baba?” dedi. Koridordaki insanların hepsi bu tarafa bakıyordu. Büyük bir arbedenin ortasındaydık. “Hayatımı hep sen yönettin. Onu sevdiğimi söyledim yine buna müdahil oldun. Eğer ona bir şey olursa seni affetmem.” Ağlayarak tekrar yerine oturdu ve babasına hiç bakmadı. Kemal amca yanından gidince ben oturdum. Korkuyordu, Bahadır’a bir şey olma korkusuyla titriyordu.
“O iyi olacak, hadi ağlama artık.” Onu kendime çekip başını göğsüme yasladım. Ağlaması içli bir hıçkırığa dönüştü. Bekledik, saatler sürdü bu bekleyiş. Ameliyat sandığımızdan da uzun sürdü. Birkaç saat sonra çıkan doktor ameliyatın iyi geçtiğini söyleyince Ezgi’yle mutluluktan sarıldık. Kapının önünden tek tek dağılan kalabalık artık herkesi köşesine çekti. Turgay amcalara haber vermediğimiz iyi olmuştu. Çok şükür ki Bahadır iyiydi.
…
İki gündür uyutulan Bahadır’ı bugün normal odaya almışlardı. Bir saat önce uyanmıştı. Önce annemle babam girmiş ben de peşlerinden girmiştim sonra ise Ezgi girmişti. Kemal amca girme konusunda çekingen kaldığı için girmekten vazgeçti ve hastaneden çıktı. Büyük camekândan onlara bakıyordum. Ezgi’nin mutluluktan eli ayağına dolanıyordu. Gülümsedim, onu üzgün görmek alışkın olduğum durum değildi ve Ezgi hep gülümsemeyi hak ediyordu.
“Uyanmış.” Yanımda duran Serkan benim gibi içeriye baktı. Uzun boyu başımı kaldırıp ona bakmamı sağladı. Ellerini siyah kumaş pantolonunun cebine soktu.
“Çok şükür,” diyerek gülümsememi genişlettim. Serkan’la çok fazla muhabbetimiz yoktu bu yüzden ne konuşacağımızı bilmiyorduk.
“Yiğit iyi mi?” Bana baktığında göz göze geldik. Yeşil gözlerinde yorgunluk vardı. Bir tutam saçı önüne düşmüştü.
“Öfkeli,” dedi düşündüğümü doğru çıkartarak. “Yiğit gerçekten bizim yapamadıklarımızın üstesinden geldi. O olmasa buraya kadar gelemezdik belki de. Şimdi ise Bahadır’a olanlar onu öfkelendirdi. Ünal’ın ortaya çıkması işi değiştirdi.”
“Peki bu olanlar ne zaman biter Serkan?”
“Seni kandırmayacağım Zeynep, her ne kadar onları alt üst etsek de tam manasıyla bitmez.” Başımı usulca salladım. Zaten öyle bir umudum yoktu ama ben bitsin istiyordum. Serkan çalan telefonuna cevap verdiğinde artık benden gizli konuşmamaları bile bir gelişmeydi.
“Tam da istediğimiz gibi.” Kısa bir an dinledi ve, “Yesinler birbirlerini,” deyip veda ederek telefonu kapattı. Ona sorgularcasına baktım. Gözleri ışıl ışıldı, sanırım bir şeyler yoluna giriyordu.
“Mahir’e öfkeleri Mahir’in orada sonunu getirmiş. Yarın cenazemiz var. Beyefendi hapisten kaçınca kurtulacağım zannetti.” Kaşlarım aralandı. Hapisten kaçmış mıydı yani. Belki de Yiğit’in dün hastalandığı nokta buydu.
Ölüm batını da zahiride içinde barındırıyordu. Mahir ölmüştü, ölüm onun için bir son değildi lakin bu dünyadaki varlığı bitmişti. Birinin ölümü için sevinemezdim, bu benim için bir seçenek değildi. Ama Yiğit’e yapılanları öğrendikçe yaşam onun için bir kurtuluştu. Sadece herkes hak ettiğini yaşıyordu. Serkan beklemeden devam etti.
“Şimdiden birbirlerine girmişler, sonları yakındır.”
“Allah adaletin en güzelini yaşatıyor.” Başını sallayıp, “Her ne kadar dünyanın adaletinden kaçtıklarını sansalar da,” dedi. Onu onayladım. Artık kendimi iyi hissediyordum. En azından yoluna giden bir şeyler vardı. Bitmezdi bilirdim lakin bu onların bize daha fazla zarar vermeyeceğini gösteriyordu.
Kemal amcanın seslenmesi ile arkamı döndüm. Annemle babamda seslenişi ile ayağa kalktı.
“Artık gitmeliyiz, Yiğit şirkette olmamı istedi.”
“Bahadır?” diye sorduğumda babam burada kalacağını söyledi. Ezgi’yi çağırdığımda da kalmak istediğini söyledi ama yanında sadece bir kişi tuttuklarından ötürü bizimle gelmek zorunda kaldı. Şu an bir kez olsun Yiğit’i görmek istiyordum ama o gelememişti. Serkan’a yeniden telefon geldi ve olayların tekrar gün yüzüne çıktığını söyledi. Belli etmek istemiyordu ama hiç iyi şeyler olmuyordu biliyordum. Telefonla konuşan Serkan’a bakmaktan vazgeçip anneme döndükten sonra, “Siz Kemal amcayla gidin anne, ben Serkan’la döneceğim,” dedim. Önce engel olmak istediler ama net kararıma karşı duramadılar. Annem benimle kalmak istediğinde onu engelledim. Serkan’dan duyduklarımı onlar bilmediği için olayları sakin biliyorlardı ama benim aklım ondaydı. Gidemezdim, onu görmezsem içim rahat etmezdi. Mecbur kabul edip gittiler. Serkan’a yaklaştım, ayak seslerini duyunca bana döndü. Bunu beklemiyor olacak ki kaşları çatıldı.
“Beni ona götür.”
“Zeynep, bunu yapmayacağım. Şu an beni ikilemde bırakıyorsun.”
“Artık mecbursun, oraya dönmeyeceğimi biliyorsun ya seninle ya sensiz Serkan. Karar ver.” Başını iki yana sallayınca, “Peki,” dedim. “Kendin bilirsin.” İleride duran taksilere ilerlemem onun için zaten büyük riskti. Eğer korumasız kalmışsam Yiğit’in gazabına uğrayacaklarını biliyorlardı.
“Dur, tamam.” Dudağım kıvrıldı. Arabaya geçip ondan önce oturdum, o da çok geçmeden yerine oturdu. Ters ters bana bakıyordu ama bu benim umurumda değildi. Sadece ardı arkası kesilmeyen telefon aramaları aramızdaki soğukluğa son veriyordu.
“Ne, nasıl oldu bu Kerem?” Öfkeyle gaza körükledi. Bu tavrı beni bile endişelendirirken ona soru sormaktan korkuyordum. Sadece her şey yoluna girerek son bir terslik olmasın istiyordum. Nefessiz kalmamla camı araladım. Gerçekten çok korkuyordum. Serkan’ın küfürlerini bile düşünecek kadar dingin değildim.
Geldiğimiz mekân korkunç gözüküyordu. Arabadan ne ara çıktım, ne ara mekâna doğru koştum bilmiyorum, sadece bedenimi tutan elleri yeni fark ediyordum. İçeride neler olduğunu bilmeden burada böylece kalmam akıl sağlığımı bozuyordu.
“Ne oluyor içeride Efe?” dedim. Yeniden bir gürültü ve etrafı toz duman edecek yoğun barut kokusu… “Yiğit,” dedim. Sesimin son damlasıydı bu. Bağırdım, ağladım. İçeride olduğu o kadar ortadaydı ki, bu patlamadan bile kurtulması imkânsızdı.
“Allah’ım, sabır,” dedim dizlerimin üzerine çökerek. Beni engellemeseler içeriye hiç düşünmeden girerdim. Etraftaki kalabalık bir an yoğunlaştı. Ağladıkça yandı genzim, adını sayıkladıkça nüksetti acım. Bir yıkım ölüm kadar acı vericiydi. Kalbimdeki bütün direnişler yok olmuştu. Gün batmış bir daha doğmamak üzere beni karanlığına çekmişti. Yüreğim buz gibiydi, titriyordum, ölüyordum.
Biri beni çimdiklese uyansam, bunların bir kâbus olduğuna inandırsam kendimi demek isterdim ama ben bir ateşin içine düşmüştüm. Harlandıkça harlanan ateş yüreğimi yaktı yandırdı.
Ve onu gördüm, canıma can olan, bana yaşamanın ne demek olduğunu şu an öğreten adamı. Yüreğimdeki ateşe su serpen, düştükçe kanayan dizime şifa olan adamı… Hayal görmüyordum evet, beni kâbusumdan çekip almıştı. Yaralıydı, ayakta zor duruyordu ve sendeleyerek çıktığı binadan sağ salim kurtuluşuydu beni ayağa kaldıran. Düştüğüm gibi kalktım, kalktığım gibi ona koştum lakin yetişemedim. Tekrar bir patlama ile ben geriye o ileriye savruldu. Kulağı delip geçen bu gürültüyle dengem şaştı. Zar zor toparlayabildim kendimi, o da sarsak bir şekilde beni ayakta zor tuttu. Avuç içlerim düşmemden ötürü zedelenmişti keza dizimde öyle. Kendimi hiç düşünmedim bile. Zorda olsa yanına koştum ve toparlamaya çalıştığı bedenine sarıldım. Göğsüne şarapnel parçaları saplanmıştı, en önemlisi de gömleği kan içerisindeydi. Yüzü barut isinden dolayı siyahlaşmıştı.
Hiçbir şeyi umursamadan sıkıca sarıldım, saçlarının arasından art arda öptüm. Sızlandı önce sonra yarasına baskı yaptığımı fark etmemle geri çekildim. Efe Serkan hepsi yardımımıza geldi. Onu bırakmak istemesem de bunu yapmak zorundaydım. Ona zarar veririm diye ödüm kopuyordu. Kollarımın arasından kayıp gidişiyle artık kendimi tutamadım. Hıçkırarak ağladım.
“Hadi Zeynep, kalk.” Muaz Bey beni oturduğum yerden kaldırdı. Ne ben ayakta durabiliyordum ne de kendimi iyi hissediyordum. Kapanan gözlerim Muaz Bey’in kollarına yığıldı ve bilincim saf dışı bırakıldı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.65k Okunma |
1.85k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |