@rumeysadoganm
|
Karşısında bir cellat, ellerinde bir ölü olabilirdim. Susmayan dilim, var gücüyle haykırmaktan yorulmuştu artık. Direnemiyordum, elimi kolumu bağlamıştı. Zalimliği onun saltanatıydı. Benim ise katilim olabilecek kadar güçlü. Beni yok ederken acıma duygusundan arındığını bilebiliyordum artık. Onu ilk gördüğümde bunu anlamıştım çoktan. Gözlerimin gördüğü hayatımın planını devreye sokmuştu. Karşımızda oturan kişi imamdı. Beni yanında tutma amacıydı bunlar, başka amaçlarına alet olabilmemdi... İnançlarımla bile oynayabilecek kadar kalbi kirliydi. Elimle elbisemi sıktım. Artık tırnaklarım batıyordu avuç içime ve ben hiç acıma hissi yaşayamıyordum. Sanki duygularım kalbimden sökülüp alınmıştı. İmam sordu ben sustum. Kabul ettiğimi söylemeye dilim bile varmazken yanımda oturan adamdan emirler alabiliyordum en fazla. Kabul ettiğimde saltanatı olmuş zalimliği artık hayatımı da içine hapsedecekti. Bunu bile bile dilimin ucundaki kelimelerle yanmayı göze aldırtıyordu. Gözümden bir damla yaş aktı. Buz kesti vücudum, titredim. Ölümün ucundaki son adımımdı bu. Bastığım yer benim mezarım olacaktı. Yiğit'e baktım son kez. Belki bir his onu bundan vazgeçirir diye düşünürken o tehditkâr bir ifadeyle bana bakmaktan vazgeçmiyordu. Ki, hiç vazgeçmemişti de. Dudaklarımı birbirine bastırıp imama döndüm. İmam efendinin anlamasını umdum fakat o da anlamadı beni. Ya da tehdit edilmişti bilemiyordum. Duraksadım. Sorduğu sorunun üzerinden beş ya da altı dakika geçmişti. Elimin üstünde hissettiğim el ile irkildim. Hızla elimi çektim. "Ettim," dedim titreyen sesimle. Kabulümün enkazını hissettim. Sırtımdaki o yükte üç kez ettim kelimesi çıktı dilimden. Kaçmak, kurtulmak istedim buradan. Daha yarım saat öncesinde beni tehdit etmesi dışında normalmiş gibi davranan adamın ellerine teslim etmiştim kendimi. Bana hiçbir çözüm yolu bırakmamıştı. Bu evde tek bir adım atacak alanım kalmamıştı. Yiğit'te aynı cevapları verince gözlerim usulca kapandı. İçime biriktirdiğim o kadar acıyla sus pus kaldım. Dilime vurulan pranganın haykırışı gözlerimden akanlardı. Artık bitmişti, o adamdan kaçabileceğim bir yolum kalmamıştı. İmam giderken ben hâlâ olduğum yerde oturuyordum. Artık düşünemiyordum. Yanımda oturan iki adam Yiğit'in yanına gittiğinde ağlamam çoğaldı. Akan gözyaşlarımda yandım, kül oldum. Titreyen dudaklarımın arasından çıkan hıçkırık iniltiyle karışık bir hâl almıştı. Oturduğum yerde can vermek istedim. Allah'tan istediğim en büyük duamdı bu. Serzenişim isyanım değildi, bunu asla yapamazdım da. Sırtımda hissettiğim elle irkildim. Yiğit'i fark etmemle beraber ondan hızla uzaklaştım. Şu an nefrete bürünmüştüm. Karşımdaki adam bana hissetmediğim duyguları çok iyi hissettiriyordu. Yanaklarım su gibiydi. Artık gözlerim görmekte zorluk çekiyordu. Titriyordum, bir adım atsam ölürüm zannediyordum ama ölüm bir o kadar zordu. Duvardan destek aldım, bana yaklaşsın istemedim. Dokunsa yanardım, ben yansam yakardım. Gözlerimdeki perde usulca kalktı fakat gözyaşlarım akmakta ısrarcıydı. Bana bakmaya devam ederken usulca, "Oldu mu?" dedim. Sitemim evde yankılandı ama o konuşmadı. Sinirleniyordum artık. Ona bir adım atıp, "İstediğin oldu mu?" diye tekrar bağırdım. Artık yorulmuştum, bağırmaya bile mecalim kalmamıştı. Gözlerini kısıp bana baktığında, "Öldürdün beni, mutlu musun?" dediğim an gözlerimin karardığını hissettim. O an gerçekten nefes alamadığımı hissediyordum. Direndim, ona aciz görünmemek için güçlü görünmeye çalıştım. Başaramadım, güçlü göründüğüm yerden vuruldum. Bizzat o vurmuştu. Saltanatında beni idam etmişti. Can çekişen ruhumda ölümden farksız bedenimle dikiliyordum karşısında sadece. "Olmadı," dedi beni daha fazla sinir etmek istercesine. Hıçkırıklarımın arasında güldüm. Bir yandan hırçınlaştım. "Canımı mı istiyorsun?" diyerek başımı iki yana salladım. Beynimdeki uğultu arttıkça arttı. Birkaç adım attığım an dengemi koruyamadım, yalpalandığımda kolumu kavradı. Hızla çektim kolumu elinden. Bana dokunması midemi bulandırıyordu. Ona katlanmak, nefesini hissetmek tiksindiriciydi. Yandan ona baktığımda lacivertlerinin arasındaki merhametsizliği gördüm. Merhametsizliğindeki canavardan ürktüm. "Canın kıymetli." Diyecekleri bundan ibaretti. "Sen beni öldürdün." Tek bir ifade yoktu yüzünde. Bakışları bomboştu. "Ve bunun hesabını vereceksin." Başka bir şey demeden geldiğim odaya geri çıktım. Güçlü görünmeye çalışmam buraya kadardı işte. Ben hiç bu kadar ağlamamıştım ki, hiç bu kadar canım yanmamıştı. Ufaldım bu caniliğin içinde. Güçsüzdüm bu hayatta. Benden güçlü olmamı isteyemezlerdi ki. Buna gücüm yetmezdi. Yatağa uzanıp yastığı kollarımın arasına aldım. Yüzümü yastığa gömerek kendimi susturdum. Boğuk çıkan sesimden ibaretti her şey. Kapanan gözlerimin önüne gelen silueti hiç silinmeyecekti biliyordum. "Canım çok yanıyor Rabbim." Bir yandan ağlıyor, bir yandan sessizce mırıldanıyordum. "Sen beni duyuyorsun, beni sınadığın yerde aciz kalmayayım, beni bu sınavdan hakkıyla çıkar," dedim. Duamdan başka bir şeyim yoktu. Teslimiyetim oyken, yönüm yine oydu. Gidecek yerim yoktu çünkü. Bundan da mahrum kalsam hangi acziyetime sığınırdım? Yapamazdım ki, adımlarımın yandığı yer olurdu duamdan uzaklığım. Ailemin hali gözlerimin önüne geldi bu sefer. Babamın deliye dönmüş halleri, annemin gözündeki yaşlarla babamı sakinleştirmesi... Hepsi, hepsi gözlerimin önündeydi. Lakin babamın söylemedikleri gerçekleri bildikçe bu sefer ben öfkeleniyordum. Belli ki bilmem gereken şeyler vardı. Daraldım, sıktıkça kendimi sıkışan kalbimin acısında kıvrandım. Amcamlar, kuzenlerim polisti. Onlarında boş kalmayacağını bilsem de bir yandan içine düştüğüm durumdan yakınan gerçekler vardı. Nikâh kıyılmıştı, bu nikâhta en büyük zararı ben almıştım. Kapının açılma sesini duyduğumda gözlerimi daha sıkı kapattım. Onunla konuşmak, onun yüzünü görmek istemiyordum. Yaklaştığını ayak seslerinden duyabiliyordum. Yatakta hareketlenme olduğunda buradan kaçmamak için kendimi zor tuttum. "Uyumadığını biliyorum." Düşünmeden açtım gözlerimi. Bana dokunacakken hızla kalktım. Gözlerim acıyordu. Ağlamaktan kızardığını biliyordum. "O ellerini bana sürmeyeceksin." Yine o ifade vardı yüzünde. Tek bir mimiği oynamıyordu. Bu berbat bir histi. Sanki duvara konuşuyormuş gibiydim. "Şimdiki planın ne?" Kısa ve net çıkan sorumla hiç beklemeden cevap verdi. "Kimseye zorla evlendiğini söylemeyeceksin. Özellikle seni götüreceğim yerlere." Dediğini anlamaya çalışmak için yüzüne öfkeyle baktım. Bu yaptıklarının içinde çok fazla sır vardı. "Benimle işin ne zaman bitecek?" diye sorduğumda yüz ifadesi hiç değişmedi. Aksine öyle soğuktu ki bakışları ürperdim. Bir insan bu kadar soğuk olmayı nasıl başarabilirdi? Hiç mi üzülmüyordu ben ağladıkça? "Ne zaman senden de, bu hayattan da kurtulacağım?" "Benim neyi kast ettiğimi biliyorsun Zeynep." Sesi dişlerinin arasından çıkan öfkeydi. "Senin kast ettiklerin beni ne raddeye getiriyor farkında mısın?" Öfkeden büyümüş gözbebeklerinin yumuşadığını gördüğümde sözleri hiçbir zaman beni yumuşatmıyordu. "Farkında olduğum için bu haldeyiz." Göz devirip, "Benimle oyun oynama," dedim, bağırdım. Artık sabrım yoktu, artık ona tahammül edemiyordum. "Oyunu ben oynamıyorum," diyerek ayağa kalktı. Üzerimdeki bakışları çekildiğinde ona olan sözlerimin tesirinde hiçbir anlam yoktu artık. O beni anlamayacaktı, kalbindeki merhametsizlik kulaklarını sağır etmişti. O sadece kendi bencilliğini duyuyor, ne isterse onu yapıyordu. İstediğini de alıyordu. Bu sefer ben de öfkeyle kalktım. Ona karşı hiçbir acziyetim yoktu. "Sen oyun oynamıyorsun, sen direkt oyunu kazanansın." Ona hiçbir zaman ismiyle hitap etmemiştim, etmeyecektim de. O benim hayatımda yabancıydı, ismini bilmek istemediğim tek yabancı... Başını iki yana sallayıp, "Daha kazanmadım," dedi. "Öldürmediğin kaldı zaten. İnan onu yapsan daha az kızardım." Yüzü gerildi. Elini ensesine götürüp, "Ben ne anlatıyorum sen ne anlıyorsun. Beni anlamanı beklemiyorum, anlamada zaten. Sen benim dediklerimi yapacaksın o kâfi," diyerek tepkisini gösterdi. Odadan çıkarken söylediği sözlerin tek birinde pişmanlığını dile getirdi. Ayağımı yere vurup, "Pişman olacaksın," dedim. "Pişman olduğun yerden yeniden can çekişeceksin." Sesim odadaki sessizlikte adeta evi inletiyordu. Bile bile canımı yakıyordu. Anlam veremiyordum hiçbir şeye. Hem oyun oynamıyorum diyordu hem de oyunundaki planlardan bana bahsetmiyordu. Bir iş vardı bu olanlarda fakat ben bu olanlarda ne düşüneceğimi bilmiyordum. Koridordaki gürültüsü ve benim kapıyı açma çabalarım boşunaydı. "Aç kapıyı ne olur, bırak artık beni." Bağırdım. Birileri duysun istiyordum ama ne gelen vardı ne giden. Artık anlamıştım ki, benim bu evden çıkışım yoktu. ... Bütün gün evin içinde hareketlilik varken ben odadan çıkıp ne olduğuna bakmıyordum bile. Bu karmaşanın ucu bana bağlanacaktı biliyordum. Dün gece yarısına kadar kapıyı yumruklamış, birilerinden yardım isteme gibi bir hayale kapılmıştım. Kimse beni duymuyordu. En son yorgunluktan kapı önünde uyuyakalmıştım. Bu yaşıma kadar hiç sabah namazını kaçırmayan ben bu sabah namaza kalkamamıştım. İçimdeki huzursuzluk baş göstermişti. Boğazım bağırmaktan acımıştı. Başımı kaldıracak halim yoktu. Zar zor kapı önünden kalktım. Bütün uzvum ağrıyordu. Zorda olsa banyoya girdim. İlk gördüğüm kendi yüzüm oldu. Öyle çok şişmişti ki yüzüm, kızaran gözlerim zaten başlı başına şaşırtıcıydı. Normaldi aslında, bu kadar ağlamaktan ne olabileceğini zannediyordum. Beyaz tenli olduğum için daha çok belirginleşiyordu bu. "Başörtümü çıkarıp saç diplerime masaj yaptım. Hem başım ağrıyordu hem de saç diplerim sızlıyordu. Ellerimi lavaboya dayayıp sert bir nefes üfürdüm. Şu düştüğüm hâl kâbus gibiydi. Kâbus olmasını o kadar çok istiyordum ki, uzun bir uykudaymışım gibi beni derinlere çekiyordu. Dağılan saçlarımı düzene soktuktan sonra abdest aldım ve başörtümü düzgün bir şekilde bağladım. Artık aynada dağınık bir görüntüye sahip değildim. Odaya geri geçtim ve kaza namazımı kıldım. Şu hapsolduğum dört duvar daha fazla sessizleşmemi sağlıyordu. Sessizliği bozan kapının sesiydi. Önce kilit açıldı akabinde içeriye bir genç kız girdi. Gülümseyerek bana yaklaştığında kıza öylece baktım. "Müsaitsin değil mi?" Yüzümdeki kızarıklığı görünce bir an yüzü düşse de hızla toparladı. Uzattığı eline karşılık vermedim. Evdeki mahkûmiyetime hepsi göz yumuyordu, onlara aynı karşılığı veremezdim. Eli geri çekilirken yüzü yine düştü. "Ben Ezgi, Yiğit'in kuzeni." Yine cevap vermedim. Bu tavrım biraz önceki haline tezat bir görünüm yerleştiriyordu. Ona karşı güler yüzle karşılık vereceğimi düşünemezdi zaten. Ezgi pes etmeyerek, "Haklısın," dedi. Sonunda kabullenen birini görebilmiştim. Bu kabulleniş benim işime yaramazdı ama yine de kabullensinler istiyordum. "Hiç iyi şeyler yaşamadın. Keşke böyle olmasaydı. Ama inan bana o sana zarar vermez." Gücüm kalmış olsa şu an odadan çıkmasını isterdim ama artık ters tepki vermekten yorulmuştum. "Daha ne kadar zarar verebilir, merak ediyorum." Sesim o kadar kötü çıktı ki, konuşmak bile zor geldi. Onunla açıkça konuştum ve sakin değildim. Konuştuğumu görünce gözlerimin içine baktı. Gözlerinde üzüntü vardı. Bu artık umurumda değildi. Zaten karşımda üzgün durması bile inandırıcı gelmiyordu. "İnan bana böyle olsun istemezdim. Üzgünüm!" Sesindeki kırıntılar gerçek mi değil mi bilmiyordum. Ona arkamı dönüp pencere kenarına ilerledim. "Odadan çıkar mısın?" Yüzü düştü. Ona karşı sert değildim lakin mesafem nefretimin bir emaresiydi. Beni anlamasını diledim, anlamasa da umurumda değildi. Bu ev, bu eve dair her ne varsa beni bu dünyaya sürükleyen nedenlerden biriydi. Bir süre Ezgi'ye baktım. Onunda bana diyeceği bir şey kalmamıştı. Onlara hak verecek değildim. Başını usulca salladığında bana artık kendilerini ifade etmeyeceğini anladım. Bu bana yapılmış iyilik olurdu ancak. "Hadi aşağıya inelim. Bir şeyler yememişsin anlaşılan." "Umurunuzda mı? Sadece yalnız kalmak istiyorum, inmeyeceğim. Lütfen gider misin..!" Kaşlarını çatıp, "Olmaz öyle. Baksana bembeyaz duruyorsun," deyince beni dinlemeyip geçmem için elini sırtıma koydu. Geri çekildim. Bana dokumalarını istemiyordum. İçimdeki bu bitmek bilmeyen öfkeye engel olamadığım gibi Ezgi'nin hiçbir sözü beni tatmin etmiyordu. "Size ne Ezgi, bu sizin için ne kadar önemli? Baksana halime, göz yumduğunuz şey beni iyi mi ediyor?" "Ben böyle olsun istemezdim ki. Hem kendine değil ki cezan? Hasta olsan daha mı iyi!" Sustuğumu görünce, "Merak etme, o evde yok," dedi. Bunu umursadığımı mı zannediyordu? "Lütfen, hem konuşuruz bazı şeyleri." Ne desem kabul etmeyeceği için sessizce dediklerini yaptım. Odadan çıkarak aşağıya indik. Mutfaktan çıkan orta yaşlardaki kadın ile duraksadım. Ezgi kadına yaklaşıp, "Annem," dedi bana ithafen. Kadın elindeki tabağı masaya koyup bana yaklaştı. "Zeynep'ti değil mi adın? Ben Meral, Yiğit'in amcasının eşi," deyince kadına 'bunlardan bana ne' diyemedim. Hiçbir şey olmamış gibi kendilerini tanıtmaları, Yiğit'in adına konuşmaları beni öfkelendiriyordu. Zorda olsa başımı salladım. Konuşmak içimden gelmiyordu. Masayı gösterdiğinde gözlerim masada takılı kaldı. İştahım yoktu hiç. Ezgi ısrar etse de onu reddettim. "Hasta olursun Zeynep, hiç iyi gözükmüyorsun. Birkaç lokmada olsa bir şeyler ye." Sandalyeyi geri çekip beni zorla oturttu. Hemen çaprazımdaki sandalyeye oturunca Meral Hanım'da karşıma oturdu. İkisi de bana bakarken, onlara, "Bu evde mi yaşıyorsunuz?" diye sordum. Sorum onları incitsin istedim. Engel olmalıydılar Yiğit'e. Meral Hanım'a baktım, gözlerine inen hüzünlü ifadeye karşı tepkisizdim. Anlamalıydı da... Ama ben Yiğit dahil hiçbirini anlamayacak, affetmeyecektim. Tepesinde topladığı topuza elini sokup sıkkınca ufaladı. Onlara böyle bakmam onları incitiyordu. Kimseyi üzmek istemezdim ama mecbur bırakılmıştım. Üslubum onlara değildi, onların bu işe engel olmayışıydı. Yiğit, çocuk gibi istediğini almıştı ama bu insanların olgunluğu bu çocukluğa engel olamayacak kadar ağırdı. "Yok, biz başka yerde yaşıyoruz ama sık sık geliriz buraya." Verdiği cevaptan ötürü sorularım biraz daha derine indi. "Neden engel olmadınız Yiğit'e? Neden böyle bir şeyi göze aldınız Meral Hanım? Habersizdik demeyin inanmam." Sustu, cevap vermek istemeyişinin nedenine mahcubiyet koydum. Başını öne eğince, "Size saygısızlık yapmak istemem ama beni anlamanızı temenni ediyorum. Bu durumda kızınız olsa ne yapardınız?" deyip ithamlarımı biraz daha sertleştirdim. Meral Hanım elindeki çatalı masaya bırakıp ciddi bir yüz ifadesi ile bana baktığında diyeceklerinin arkasındaki kelimelerden hoşnut olmayacağımı biliyordum. "Biz seni anlıyoruz Zeynepçiğim, bunu sana bizim anlatmamız o kadar saçma gelebilir ama bunu öne sürüp biz haklıyız zaten demiyoruz. Sadece bizim niyetimizdeki ifadeyi aklında kötüleştirmeni istemiyoruz. Sebepler olmasa zaten buraya gelip senin yüzüne bakamayız. Hatalıyız ama inan bana bu keyfi bir hata değil." Burukça gülümseyip oturduğum yerden kalktım. Ona tepeden bakıp, "Bu iyi niyet mi Meral Hanım? Niyetinizin beni nereye sürüklediğini görmemeniz imkânsız, siz sadece kendi pencerenizden bakıyor benim ne hissettiğimi umursamıyorsunuz?" deyip onları arkamda bırakıp odaya geri çıktım. Tek bir lokma sürmemiştim ağzıma. Ben böyle bir karşılık beklemiyordum. Beni anlarlar diye umut ederken hepsinin amacı Yiğit'e destek olmaktı. Bu acımasızcaydı. Yanan bendim, yakan onlardı. Ölen bendim, öldüren onlardı. Odaya geldiğimde kendimi yeniden boşlukta hissettim. Yiğit yoktu, bu yüzden buradaydılar, aklınca başıma bekçi dikmişti. Kaçacağımdan korkuyordu, kaçacaktım da. Belki hayatıma el koymuştu ama o benim hayatımda hiç olmayacaktı. Nefretim ikimize de yuva olamazdı. Acı acı güldüm, bu gülüşüm berbat bir görünüme sahipti. Zaten onun amacı yuva kurmak değildi. Sıkkınca soluyup berjere oturdum. Öğlen ezanına bir saat gibi bir süre vardı. Oturamayacağımı anlayınca odanın içinde adımladım. Yüreğim sıkışıyordu, mırıldandığım dualar ne kadar ferahlatsa da içimi, bir yandan sonra geriliyordum. Önce abdest aldım. Odadan çıkarak Kur'an arayışına girdim. Bu yaptığım saçmalıktı. Bu evde Kur'ân mı bulacağımı zannediyordum! Etrafta Kur'an'ın olmaması beni umutsuzluğa düşürdüğünde ezberimden okumaya başladım. Tekrarları yapmadıkça zayıflıyordu ezberimdekiler. Yarım saatlik bir tekrarımın sonunda Yiğit'in odaya girişiyle birkaç saatliğine verilen huzur tamamen kayboldu. Elindeki evrakları dolabın en altında bulunan kasaya koydu. Hareketlerini izliyordum öylece. Dağılmış saçları, kısılmış gözleri yorgunluğunu dile getiriyordu. Çöktüğü yerden kalkınca bana bakmayı ihmal etmedi. Bakışlarımı hızla çekip önüme dönerek mırıldanmama devam ettim. "Tanışmışsınız?" Neyi kastettiğini anladığımdan cevap vermek yerine sustum. Bakışlarım pencereden dışarıya çevrildi. Konuşmak artık zulüm gibi geliyordu. Yiğit karşıma geçip bana tepeden baktığında susmayacağını anladım. "Pek iyi anlaşamamışsın sanırım." Alayla dudağımı iki yana kıvırdım. "Zaten yüzlerce koruma vardı, başıma birini dikmene gerek yoktu." Çekinmeden söylediklerim Yiğit'i hiç etkilemiyordu. Duygusuz bakışları yine üzerimdeydi. "Başına dikmek için göndermedim, sadece seninle tanışmak istediler." "Sen her şeyi ne kadar ciddiye alıyorsun ya? Şimdide çok mutlu bir evlilik yaşıyormuşuz gibi ailenle mi tanıştırıyorsun beni? Ne hakla?" Oturduğum yerden kalkıp, "Ailenle tanışmak falan istemiyorum. Hepsini benden uzak tut," deyince bu sefer o duygusuz bakışlarının altındaki ezilmeyi gördüm. Elini ağzının üzerine götürüp çenesini sıvazladı. Kemikli elindeki yaralar dikkatimi çekse de sebebini sormadım. Yara tazeye benziyordu. Hareketlerindeki gerilme vücuduna yansıyordu. Bunu artık fark edebiliyordum. "Bunlardan bu düşünceleri mi çıkardın? Merak etme, mutlu evlilik oyunu oynamak değil niyetim." Çekinmeden baktım gözlerinin içine, ondan çekinecek bir durumum kalmamışken, gözlerimdeki nefreti görsün istedim. Bu kadar olay olmuşken neyin haklı savunmasını yapabilirdi ki? "Kimsin sen?" Sakince sordum ama sorumda bile onun bu kimliğine nefretim ulaşıyordu. Sertçe yutkundu, boğazında duran âdemelması kımıldadı. Soruma cevap vermesi onun için zor olmamalıydı. "Gazabın külleri, küllerimin ise azabıyım." Sesindeki ton, tehlikesinin emaresiydi. Edebiyat yapacaktı anlaşılan benimle ya da beni korkutmaktı amacı. Zerre bir şey hissetmiyordum artık. Korkmuyordum da, benim endişem bana dokunmasıydı. Gözlerine öfke oturdu ama bu öfkenin bana ait olmadığını anladım. Benden çekilen bakışları karşıyı buldu. Nerelerden geldiği bilinmeyen bir öfke gözlerindeki ateşe katık oldu. Tekrar benimle buluşturdu gözlerini. Gözlerindeki gazap sönüverdi. "Tehliken beni de içine alıyor." Başını iki yana sallayıp, "Bilakis, tehlikem seni tehlikeden koruyor," dediğinde ikilemde tutan sözlerinin içine attı beni. Bu kadar sırrın ortasına düşen benken, onun sözlerine nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. "Sen," dedim sözlerine karşılık. "Bana..." Sözüm tamamlanmadan kapı tıklatıldı. Yiğit bir adım gerileyip, "Kimsin?" dedi. Kapının ardındaki ses, "Benim Efe, biraz konuşalım mı Yiğit?" diye cevap verdi. Efe kimdi bilmiyordum ama Yiğit bana son kez bakıp, "Sana teminat vermiştim mavi, teminatım benim hayatım," diyerek odadan çıktı. Arkasından bakakaldım sadece. Bana açıklama yapacak kadar düşünceli olamazdı değil mi? Bir mafyaya göre şaşırtıcı durumdu bu. Bana teminat verecek kadar hayatındaki konumum bu denli hafife alınacak değil gibiydi. Bu işin içinde bir iş varken böylece bilinmezlikte duruyordum. Pes edercesine berjere oturdum ve yüzümü ellerimin arasına alıp kafamı toparlamaya çalıştım. Dingin düşünemiyordum, kıstırıldığım bu zaman diliminde daha ne kadar bu hayatla cebelleşecektim bilmiyordum. ... Buraya geleli birkaç gün olmuştu. Bu birkaç günde hiçbir şey yememiş, hiçbir şey yapmamıştım. Gelen yemekleri yemiyor, tepsiyi tekrar geri almalarına neden oluyordum. Nimete saygısızlık etmek istemezdim ama iştahım kalmamıştı. Ezan okunmaya başladığında rotamı banyoya çevirdim. Buraya geleli, banyo ve odadan başka bir yere çıkmıyordum. Kaçmak için hamleler yapsam da başarısız oluyordum. Bu kadarla kalmayacaktı, bir şeyler planlıyordu, yakında kokusu çıkardı. Namazımı kıldıktan hemen sonra aşağıda duyduğum sesle irkildim. Yiğit öfkeden bağırıyordu. Bu hiç normal bir durum değildi. Günlerin sessizliği bozulmuştu sonunda. Odadan çıkıp aşağıya indiğimde telefonda görüştüğü kişiyle tartışma içerisindeydi. Telefonu hırsla kapatıp arkasına döndüğünde benimle göz göze geldi. Çatılan kaşları düzelirken ona sadece sorgu dolu gözlerle baktım. Beni burada görmeyi beklemiyordu, bu onu köşeye sıkıştırmış gibiydi. Bu sefer arkamızdan gelen kişiye baktım. Yabancı bir simaydı. Önce bana bakıp, sonra Yiğit'e baktı. Onunda yüzü asıktı, kızdıkları her ne ise benden gizleyemeyeceklerini biliyordum. |
0% |