Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@rumeysadoganm

Babamın sarılışı ruhumda esen fırtınaları dindiremiyordu. Ona karşılık veremiyordum. Burada olduğu için sevinemiyordum. Ne yaşıyorum, ne hissediyordum bilmiyordum. Babamın bildikleri hiçbir şeye engel olamamıştı. Bilakis burada oluşumun suçlularından biride oydu.


Geri çekildi. Ona sarılmadığımı görünce yüzü düştü. Duymaya ihtiyacım olan gerçeklere ne tepki vereceğim muammaydı. Geç kalınmıştı, çok geç...


"Kızım, iyi misin?" Bakışları yüzümde dolandı. Nasıl görünüyordum pek haberim yoktu. Geri çekildim. Şu birkaç günde nasıl olmuştu da bu kadar değişmiştim böyle? İçimdeki his zehir zemberekti. Babamla gelen Turgay amcam ve Bahadır'da bana bakıyordu. Kimseden tek bir söz çıkmıyordu.


"Sence nasılım baba? Anlatmak ister misin? Her şeyi..." Şu anlık sakindim ama her an patlamaya hazır bomba gibiydim. Babam ise Yiğit'e bakıyordu. Anlamıştı anlattığı olayları. Saklamak zorunda değilken sakladıklarına neyi sığdıracaktı bilmiyordum.


"Anlatacak mısınız Abdullah Bey?" Konuşan Yiğit oldu. Sanki babamdan duymaya daha çok ihtiyacım olduğunu biliyordu. Öyleydi de, gerçekleri babamdan duymaya daha çok ihtiyacım vardı.


"Neden bana bu evlilik mevzusunu anlatmadın baba?" Babam duraksadı. Yüzünde öfke ve şaşkınlık birbirine karışmıştı. Yiğit'in anlatacağını düşünmüyordu.


"Bunu ben istemedim, inan bana kızım. Bu yüzden seni olanlardan korurum zannettim." Duraksadı bir ara. Yiğit'e baktı kısa bir an ve devam etti konuşmaya.


"Yiğit sen anlatmadan önce gelmişti ama kabul etmedim. Hatta o gün, senin bizi bahçeden gördüğün gün bunun için gelmişti. Rızamla evlenmenizi istedi." Yutkundu. Nefes alışı düzensizleşti. Her şeyi bir bir anlatana kadar bekledim. "Yakınındaydı, bu yüzden seni hiç tek bırakmadık. O günde, kader ya bu durum tam da karşındaydı. Lakin yapamıyordum, seni bu hayatın içine atmak beni kahrediyordu. Ama oldu, korktuğum başıma geldi. Seni kurtaramadım, uzaklaştıramadım buradan." Kaşlarım çatıldı. Nefes alamadığımı hissediyordum.


"Baba ne diyorsun sen? Bu adam sana benimle evleneceğini söylerken ben kafamda neler ürettim biliyor musun? Sen bana anlatmak yerine birçok bilinmezlik bıraktın. Ama neden? Sebep ne? Ne bu geçmiş?" Anlatmadı yine. Benim ondan haberim bile yokken gelip babama benimle evleneceğini söylemesi bile habersizce hayatımın bir köşesinde yerini almış. Başka sorularda soracaktım ama babam benden önce davrandı.


"Hadi hazırlan gidelim."


"Nikah kıyıldı, artık o bir yere gidemez sizinle." Yiğit'in otoriter sesi babamda şok etkisi bıraktı. Hızla Yiğit'e baktı. Bahadır öne atıldı ama Turgay amcamın engeli ile karşılaştı. Babam birkaç adımla Yiğit'e ulaştı. Aralarındaki soğukluk büyük kıyametin habercisiydi. Bu sefer sustum. Şu an kimsenin zarar görmeyeceğinin farkındaydım.


"Sana yapmayacağını söylemiştim."


"Kapınızdaki adamlara daha çok mu güveniyordunuz?"


"Onlardan korumak için göndermiştim zaten ben, sen yine tehlikenin ortasına atmadın mı?" Babam bu sefer daha çok sinirlendi ama benim anlamadığım kapıdaki adamlardan yabancı gibi konuşmalarıydı.


"Hayır, gittiği her yerde tehlike onunla olduğunu bildiğimden onu bu tehlikeden korudum. Ünal'ın adamlarının acıması yok Abdullah Bey." Şaşkınlıkla Yiğit'e döndüm. Her defasında beni şaşırtıyordu. O adamları o göndermemiş miydi? Beni kendisine ait olmayan tehlikenin tehditleri ile mi bu evliliğe sürüklemişti? Babam bu söz karşısında çaresiz kalır gibi sustu.


"Her türlü korurdum ben onu."


"O gün ben olmasam zarar vereceklerdi." Hepimiz sustuk. Bu sefer bakışlarım Yiğit'teydi. Ne demekti bu? Bu sefer bana karşı konuştu.


"Şehrin çıkışında kaç araba vardı biliyor musunuz siz? Ya da anında sizden haber aldıklarını..." Yutkunamadım. Boğazımda düğümlü kalan his beni boğuyordu. Babam aramıza girdi. Bana dolu gözlerle bakıyordu artık


"Elim kolum bağlı, affet beni kızım." Boş boş bakındım. Artık tek bir söz çıkmadı dilimden ya da gücüm yoktu sormaya. Babam ise başka hiçbir şey diyemedi.


Gittiler. Çaresizce, beni arkalarında bırakıp gittiler. Yiğit'le kapı dibinde kalakaldık. Onun bu olanları öncesine çekmesi aslında yavaş yavaş hayatımın içine girmesi kadar tuhaf bir durumdu.


"Evin önünde bekleyenler sana ait adamlar değilse, neyin içindeyim ben?"


"Geçmişten gelen bir arayışın içerisindesin mavi, zamanı gelince göreceksin her şeyi." Hayatımın her köşesi tehlikeyle doluydu ve her köşesinde farklı yüzler vardı.


"Babam," dedim aniden. "Başından beri biliyordu." Sustu. O an ona ilk defa söylediğimde telefon görüşmesi aklıma geldi. Resmen aptal gibi anlamamıştım. Merdivenleri ağır ağır çıktığında Ezgi'ye döndüm. Ezgi'de hiçbir farklılık yoktu. Onun bildiğini bildiğim için şaşırmıyordum buna.


Salona geçtiğimizde Halime ablada çay getirip geri mutfağa geçti. Kısa bir sessizlik oluştu ilkin. Bu sessizlikte Ezgi'nin göz hapsinde olduğunu biliyordum. Açıklama yapmak için bakmıyordu bilakis bana diyeceklerinin altında beni teskin edici cümleleri var gibiydi.


"İyi misin biraz daha?" Çay bardağından çektiğim bakışlarım dış kapıya yöneldi. İyiyim diyemedim, kötüyüm desem ne değişirdi ki?


"Hissizim!" Ezgi çay bardağını sehpanın üzerine koyup yanıma yaklaştı. Elimi tutup dostane bir tavırla, "Üzülme," dedi. Şüphelerimden ötürü ona bir türlü ısınamıyordum.


Elimdeki elini çekip, "Boş ver beni," dedim. Ezgi'ye karşı kullanmaya çalıştığım iyi niyet pek başarılı sayılmazdı. Ben de kendimi bu kalkana almakta pek başarılı sayılmazdım. Buruk bir tebessüm belirdi yüzünde. "Haklısın, o kadar haklısın ki artık sana savunacak bir sözüm kalmadı. Keşke güvenini alabilsem..."


Ona alaycı bir bakışla bakıp, "Benim hiçbir şeye gücüm kalmadı Ezgi?" deyip söylenmem ile Ezgi haklısın der gibi başını salladı. Yaptıkları normal değilken beni içine hapsettiği durumda sen korkutucu değilsin diyemezdim. Mantıksızca girişilen bu durumda beni sessizliğe itmekten başka yaptığı bir şey yoktu. Aklımda o kadar cevapsız soru vardı ki, o soruların içerisinde kendimi yetersiz görüyordum. Ezgi bana bunun savunmasını yapamazdı. Yiğit'in nasıl olduğunu görürken görmediğim objektifi bana sunamazdı. Görmediklerimde gördüklerimin kırıntıları vardı. Belki sebepleri vardı fakat o sebepleri benim üzerime yıkamazdı.


Ezgi'nin yanından namaz kılacağımı söyleyerek ayrıldım. Odaya geçtiğimde onu gördüm. Üzerini değiştirmiş rahat kıyafetler giyinmişti. Siyah eşofmanın üstüne vücuduna yapışan siyah bir tişört giymişti. Kol kasları ve vücudu o kadar belliydi ki kıyafet bir vücutta bu kadar düzgün durabilirdi. Dağılmış siyah saçları da kıyafetine uyum sağlamış onu olduğundan farklı göstermişti.


"Ne yapıyorsun burada?" Dolabın kapağını kapatıp, "Üzerimi değiştirdim," dedi. Onun odası olduğunu unutmuş gibi yapmam komik olmuştu biraz. Sadece uyumak için başka odaya gidiyordu. Yanından geçip banyoya girdim. Arkamdan bana baktığını fark edebiliyordum. Abdestimi alıp geri döndüğümde ortalıkta yoktu. Kaşlarımı şaşkınlıkla araladığımda arkama dönmemle komodinin üzerinde duran papatyayı gördüm. Yeni koyulmuştu buraya. Çiçeği suya koyup yapraklarına küçük dokunuş sağladıktan sonra namazımı kılmak için uzaklaşacakken bu sefer diğer komodinde duran seccade, tespih ve Kur'an'ı gördüm. Bu sefer şaşkınlığım biraz daha arttı. Kur'an'ı elime aldım. Ahşap kutunun içerisinde duran Kur'an kutuyla aynı renkteydi. Sayfalarını açtım. O kadar özlemiştim ki, Kur'an'ı kendinden okumakla ezbere okumak arasındaki o ince farkı şu an daha iyi fark ettim.


Önce namazımı kıldım akabinde birkaç sayfa bakara suresini okudum. Çok geçmeden ayetin birini okumamla hafiften gülümsedim. Önceden çok okurdum bu ayeti. O zamanda ufak sıkıntılarım olmuştu. Şimdi kocaman sıkıntımın arasında kalbime düşen bu ayet yüreğimi ferahlatmaya yetmişti.


"Kullarım sana Ben'i sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar. (Bakara – 186)"


İç çekip Kur'an'ı göğsüme bastırdım. Aklıma babamın dedikleri, Yiğit'in yaptıkları geldikçe gözyaşlarım aktı. Yorgundum, ruhum daralıyordu. Ne olursa olsun artık bunları düşünmeyecektim. Biraz kafamı boşaltmaya ihtiyacım vardı. Eninde sonunda her şeyi öğrenecektim.


Kur'an'ı köşeye koyup ayaklandığımda kendi kendime verdiğim kararla odadan çıktım. Aşağıya inmemin ardından mutfaktan gelen seslerle oraya yöneldim. İçeride Halime abla ile Ezgi vardı, hem iş yapıp hem de gülerek konuşuyorlardı. Beni gördüklerinde ikisinin de gülüşü genişledi.


"Gitmemişsin." Köşedeki peynirden ağzına tıkıp, "Aşk olsun, istemiyorsan giderim," dedi. "Hem yukarıdaki sürprize rağmen yumuşarsın diye düşündüm. Baksana kaç gündür bize hiç patlamıyor." Ters bir bakış attım. Demek istediklerimi başka yöne çekiyordu. Lakin ona asla bu kozu vermeyecektim. Aklıma gelenle konuştum.


"Kuzeninin ailesi yok mu? Neden bir şey demiyorlar?" Aslında onun imasına karşı sesim sertti. Mesafemi bilmesine rağmen benimle uğraşması hiç hoşuma gitmedi. Hatta yüzümdeki ifadeden ötürü biraz önceki heyecanı gitmiş gibiydi. Kalçasını masaya dayayıp, "Amcam öleli çok oldu, onunla beraber Yiğit'in kız kardeşini de kaybettik. Bir tek annesi var, şu an şehir dışında. Seni biliyor," dedi. Derin bir hayatın içinde babasız büyüyen, üstüne üstlük kardeşinin de ölümü ile yüzleşmiş bir hayatta onu anlamak zor olmamalıydı. Babasından sonra ne yaşamıştı da bu duruma gelmişti? Derine inmek gerekirdi fakat ben inmedim, inemezdim. Sustum, daha fazla konuşmadım. Birilerinin üzerinden yorum yapmayı sevmiyordum.


Halime ablanın telefon sesi aramızdaki bu muhabbeti böldü. Sohbetimizi dinlemekten uzaklaşıp telefonu açtı. Önce yüzünde kocaman gülümseme oluştu akabinde yüzü düştü. Ezgi'yle beraber pür dikkat Halime ablaya baktık. Telefonu kapatıp Ezgi'ye döndü.


"Aysun dönmüş." Ezgi hızla el çırpıp, "Yaa," dedi. "Birkaç saate burada olur o zaman," deyip sevincini dile getirdi. "Yengem şey yani Yiğit'in annesi," deyince sessizliğime devam ettim. Halime abla tekrar söze girdi. Bu sefer yüzünde hiç öyle mutlu olmuş bir ifade yoktu. "Akşama yemek yenecekmiş, Zeynep'le tanışmak için. Mahir Bey'ler de akşam burada olur," deyip gözlerini üzerime dikti. Ezgi de pek mutlu olmamışken benim ne düşüneceğim belirsizleşti. Ben daha olanları hazmedemezken akşamki yemek işi hiç hoş olmamıştı. Emrivakileri oldum olası sevmezdim. Ezgi tavrıma takılırken bana doğru bir adım attı. Buna izin vermeden, "Müsaadenizle," deyip yanlarından ayrıldığım gibi odaya çıktım. Yine beni öfkelendirecek emrivakileri önüme sürmüştü. Bu hayatı istemediğimi bile bile beni bu hayatın başköşesine oturtuyordu. Kızgınlığım her gün yeniden harlanıyordu. Bu hayat, bu hayatın içindeki kişiler benim için birer yabancıydı.


...


Saat akşam vaktiydi. Kıldığım namazın ardından odada öylece bekliyordum. Daha doğrusu aşağıya inmeye cesaret edemiyordum. Yiğit'in annesi gelmişti, bunu kapı zilinden anlamıştım. Bir saate de diğerleri gelir diye düşünürken ürperdim. Çıkmayacaktım odadan.


Sıkıntıyla pencereyi hafiften aralayıp denizliğe oturdum. Kendimi iyi hissetmiyordum daha doğrusu oldukça yorgundum. Yorgunluğuma iyi gelecek tek yer kendi evimdi ama orası da artık bana yabancıymış gibi geliyordu artık. Bunu sağlayan babam olmuştu.


Sıkkınca solumaya devam ederken kapım tıklatılıp aralandı. Endişeyle kapıya baktığımda Ezgi'nin olması tuttuğum nefesimi rahatça solumamı sağladı. Üzerini değiştirmiş, hafiften kendine bakım yapmıştı. Hemen karşıma oturup, "İnecek misin?" dedi. Cevabını biliyordu aslında. Öyle sıkışmış hissediyordum ki, elim kolum bağlanmıştı resmen. Cevap vermek yeterince zorlaşmıştı artık. Kimi, neyi savunacağımı bilemez duruma gelmiştim.


"İnmek istemiyorum." Ezgi dudaklarını birbirine bastırıp yüzüme öylece bakarken aslında ikna edici bakışlarını yönlendiriyordu. Beni bu evde anlayan tek bir insan yoktu. Hep onların dedikleri olsun istiyorlardı. Kaçmak istedikçe de kendimi onların yanında buluyordum.


"Aysun yengem seni bekliyordu. İsterse ben çıkabilirim yukarıya dedi."


"Ezgi, ben hiç iyi değilim. Ne olur beni rahat bırakın."


"Peki," dedi umutsuz sesiyle. Morali bozulmuştu ama benim yapabileceğim bir şey yoktu. Ne annesiyle ne de amcalarıyla tanışmak istemiyordum. Huzursuzluğum dakika dakikasına çoğalıyor, kocaman odada nefes almam güçleşiyordu. Camı biraz daha araladım. Bahçenin önünde yine araba durdu. İçerisinden inen kişiler gelecek olan misafirlerdi anlaşılan. İçeriye girdiklerini zil sesiyle anladım. Ben hâlâ oturmaya devam ediyordum. Korkuyordum da aslında. Tanımadığım insanlarla ne konuşabilirdim ya da onlara neyi savunabilirdim bilmeden sadece beklemekle iktifa ediyordum. Ayaklandım ve namazımı kıldım. Zaman geçsin diye fısıltılı bir sesle Kur'an'ımı okudum.


Sessizlik sonunda bozulmuş, içeriye tanımadığım bir genç kız girmişti. Arkasından Ezgi girince bana mahcubiyetle baktı. Öndeki kız ise rahat bir tavırla beni incelemekle meşguldü. Yüzünde eğreti duran gülümseme çok geçmeden silindi. Yüzündeki gülümseme sahteydi.


"Merhaba," dedi sessizliğini bozarak. Sesindeki tınıdan hiç hoşlanmadım. Etrafta gezdirdiği bakışlarını bana odaklayınca elimde duran Kur'an'a kaydı gözü ardından tekrar güldü. Ona karşılık vermeyince dudaklarını büzdü. "Pek misafirperver değilsin anlaşılan." Yanıma daha çok yaklaşıp elini uzattıktan sonra, "Efsun," dedi kendini tanıtma zorunluluğuna girerek. Uzattığı elini tutmadım. Tavırlarından hiç hoşlanmadım, bu yüzden kendimi biraz geri planda tuttum. Elini çekip dudağını sitemle büzdü.


"Burada mı duracaksın, seni bekliyoruz aşağıda."


"Gelmeyeceğimi haber vermiştim. Söylemedin mi Ezgi?" Kahkaha attığında Ezgi Efsun'un kolundan tutup, "Yapma," dedi. Efsun kolunu Ezgi'den çekti. Sanırım olay çıkarmayı seviyordu. Ya da bana karşı bilmediğim bir derdi vardı. Susmadı ve devam etti. "Ne yapmayayım Ezgi. Baksana kızın ayağına kadar gelmişiz, tenezzül edip aşağıya bile inmedi." Sanki haklıymış gibi bir de bana hesap soruyordu.


"Size ben gelin demedim. Emrivaki yapan sizlersiniz." Sözlerim onu şaşırtırken ben oldukça sakindim. Karşımda yabancıdan farklı olmayan bu iki kadın hiçbir şeyin farkında değildi.


"Buraya seninle tanışmaya geldik. Emrivakiyi yapan biz değiliz."


"Ben istemiyorum. Şimdi çıkar mısınız?" Çıkmak yerine beni deli edecek hareketlerde bulunmaya devam ediyordu. Sanırım bu olay uzun sürecekti.


"Şimdilik gitsek, Efsun inmez aşağıya. Lütfen!" Arada sıkışıp kalmış gibi bakıyordu yüzüme. Dediği gibiydi. Köşedeki berjere kurulmuştu bile. Göz devirdim. Hiçbiri mi normal olmazdı?


"Tamam," dedim sessizce. Ezgi rahatlar gibi nefesini soludu. Feracemi giydikten sonra odadan çıktık. Salona inmemiz bütün gözleri üzerimize çekti. Tanıdığım kişiler sadece Meral Hanım ve Ezgi'ydi. Yiğit ortalıkta bile yoktu. Şu an yalnız kalmak hiç istemiyordum ama yalnızdım. Boğazım düğümlendi, dolan gözlerimi zor da olsa yok saydım.


Gülümseyerek kalkan kişinin kim olduğunu tahmin ettim. Ezgi yardımcı olur gibi sessizce, "Aysun yengem," dedi. Yüzündeki tebessüm sahte değildi, en azından bunu hissedebilmiştim.


"Bizi kırmadığın için sağ ol kızım." Mesele bundan ibaret sayılmasa da başımı usulca salladım. Bakışlarım bu sefer Efsun'un yanında duran kadına kaydı. Onun yüzünde ise hiç memnuniyet yoktu. O da ayağa kalkıp kendini tanıttı. Yanındaki eşi olmalıydı. O da Asuman Hanım gibi bu durumdan mustaripti. Odada beni gergin hissettiren sadece üçüydü, en azından diğerlerinde bunu hissetmemiştim.


Köşeye oturdum. Bütün bakışlar üzerimde dolaşıp durdu. Buraya düşmenin acısını çekiyordum. Arada gözüm Efsun'a kayıyordu. Bana karşı pek iyi olmadığını görebiliyordum.


"Nasılsın kızım?" Konuşan Ezgi'nin babasıydı. O da Aysun Hanım gibi sakin tavırlı biriydi.


"İyi miyim sizce?" Öfkeliydim. Öfkem o kadar büyüktü ki, ne susabiliyordum ne de sessiz kalabiliyordum.


"Haklısın. Şu an buraya geldiğimiz için kızgınsın ama bu gece konuşmazsak seni daha fazla zor duruma sokacağımızı biliyoruz. Bu yüzden bu gece biraz olsun aklındakileri yanıtlamayı düşündük."


"Yanıtlayın o zaman. Beni bu hayata mahkûm eden yeğeninizi durdurun. Ben sizin düşündüğünüz gibi sakin değilim."


"Biliyorum. Biz de bu durumdan memnun değiliz. Sadece bazı olayların bu kadar erken olacağını tahmin etmiyorduk. Seninde rızan olsun isterdik ama olmadı." Öfkeyle kıvırdım dudaklarımı. Şu an bağırıp çağırabilirdim ama yapmadım. Çok yorgundum, bu da kendimi savunmam için beni geri planda bırakıyordu.


"Bizi çağırdınız ama bu durumdan Zeynep'in haberi olmadığını söylemediniz yenge. Böyle olacağını bilseydik gelmezdik." Konuşan Efsun oldu. Beni kendince şikâyet ediyordu. Sanırım ailesinin zoruyla getirilmişti. Asuman Hanım kızının bacağını dürtüklerken Mahir Bey, "Yiğit nerede?" diye sordu. Sorusu banaydı ve oldukça iğneleyiciydi. Bunu herkes fark ederken ben susmayıp, "Bilmiyorum," dedim. "Haberinizin olmaması ilginç." Mahir Bey kıvılcım saçan bakışlarını üzerimden çekip Kemal Bey'e döndü. Böyle bir tavır içerisinde olmak istemezdim ama elimde değildi.


"Abi, Yiğit'i ara gelsin." Kemal Bey kendini tutmak ister gibiydi. Soluklanıp, "Bu gece yapma bari Mahir," dedi. Mahir Bey ayağa kalkıp, "Size demedim mi Yiğit'e söyleyin gelsin diye," deyip öfkesini dile getirmeye devam ederken. Ortalık kızışırken, "Şimdi bu kız için..." diye devam edecekken, "O kız benim karım Mahir Bey," diyen sesle herkes sustu. Bütün bakışlar Yiğit'in üzerindeydi. Yiğit yanımıza gelirken, "Benden habersiz ne yemeği amca?" diye sordu Kemal Bey'e. Herkes sus pus olmuşken konuşan Mahir Bey oldu.


"Senin habersiz hareketlerin gibi." Demek ki bu evliliği bir tek onlar bilmiyordu. Yiğit öfkeyle soludu. Amcasına Bey diye hitap etmesi ilginçti. Birbirlerine öyle bir bakıyorlardı ki, ellerinde olsa hiç düşünmeden birbirlerini öldürür gibiydiler. "Bu seni hiç ilgilendirmiyor," dese de Mahir Bey hiç altta kalmayarak, "Ben senin amcanım, doğru konuş benimle," diyerek üsteledi. Aralarındaki kavga büyüyecek gibiydi. Yiğit'in Mahir Bey'e karşı tavırlarının sebebini bilmiyordum.


"Sen benim hiçbir şeyim değilsin, hatta bu ailenin de..."


"Tamam, sakin olalım! Ağız tadıyla yemek yiyelim Yiğit, lütfen." Kemal Bey'in araya girmesi ile geri çekildi Yiğit. Kemal Bey'e dönüp, "Sadece siz amca, Mahir Bey'e kapıyı göstermeye gerek olmadığını düşünüyorum," dedi. Mahir Bey sadece sustu. Bu susuş şimdilik bir sessizliğe meyil veriyordu.


"Mahir, bu gece size gelmeyin demiştim." Kemal Bey'in uyarısı ile hep beraber apar topar evden çıktıklarında öylece kalakaldım. Bu durum sadece Yiğit'te yoktu, sanırım Kemal Bey'le de aralarında aynı husumet vardı. Yiğit, üzerini değiştirmesini gerektiğini söyleyip odaya geçtiğinde öfkeli olduğunu görebiliyordum. Bana açıklama dahi yapmadan gidişine takılmak istemeyip Ezgi'nin söylenmesi ile masaya oturdum. Berbat geçen bir gecede ithamlara maruz kalmama neden olan tek kişi oyken, o sadece kendi hırsıyla beraber uzaklaşıp gitmişti. Çok geçmeden yanımda yerini alınca bakışları bana kaydı. Önüme dönüp yemek yemeye çalışsam da boğazıma takılan lokmalar iştahımı kesti. Nimetle oynama gibi bir alışkanlığım yoktu fakat başımı kaldırsam birileriyle göz göze gelecektim. Zaten gözlerim dolmaya o kadar meyilliydi ki bu bakışlar altında bunu istemezdim. Elimi tutan elle yanımdaki Yiğit'e baktım. O da tek bir lokma sokmamıştı ağzına. Ye demedi, sadece bakışları beni gölgelemekten geri durmuyordu. Elimi elinden çektim. Yana düşen elini öfkeyle sıkıp dizinin üstüne koydu. Takılmadan bir lokma attım ağzıma.


"Bu gece için kusura bakma kızım. Kardeşim seni yeni öğrendi. İlla gelelim deyince engel olamadık." Kemal Bey mahcup içeren ifadesiyle bana açıklama yapmak istedi. Yiğit sayesinde bunlar o kadar çok normal geliyordu ki, kime kızacağımı bilmiyordum.


"İçerisinde bulunduğum duruma yetişemiyorum artık. Daha ben bunları kabul edemezken beni alıştırma derdindesiniz. Neyin ne olduğunu bilerek hem de." Kemal Bey haklısın der gibi başını sallayıp, "Sana hak veriyoruz, belki çok fazla oldu senin için durumlar ama seni zor duruma sokmak istemeyiz, bunun için senden özür dileriz," deyip Yiğit'e baktı. Kimse kimseyi anlamıyordu aslında. Burada Yiğit'e karşı bir destek vardı. Söz konusu Yiğit'ken ben bu alanın dışında kalıyordum. Bunu o kadar hissediyordum ki, samimiyetlerine güvenemiyordum.


"Beni anlamıyorsunuz, anlayamazsınız Kemal Bey. Siz sadece bu olanları Yiğit tarafından bakıyorsunuz. Anlasaydınız şayet ben bu gece burada olmazdım. Anlasaydınız şayet yeğeninize engel olurdunuz." Kemal Bey mahcubiyetle önüne döndü. Konuşacak sözü yoktu. Bu sefer beni anladığını görebiliyordum. Önümdeki birkaç lokmayı zorda olsa yedim.


Yemekler yenmiş, masa toparlanmıştı. Yiğit, Kemal Bey'le salona geçti. Ezgi'de, "Bahçeye geçelim mi?" deyince, teklifi burada durmaktan daha cazip geldi. Kabul ettiğimde bahçeye geçtik. Geniş salıncağa oturduğumuzda yanımıza gelen kişi Aysun Hanım oldu. Onu salonda görmezlikten gelmiştim. Daha doğrusu o olaydan sonra araya kaynamıştı.


"Biraz konuşabilir miyiz kızım?" Ezgi, Aysun Hanım'ın gelmesi ile oturduğu yerden kalkıp yer verdi. Bizi yalnız bıraktığında Ezgi'nin peşinden öylece bakakaldım. Aysun Hanım, tam yanıma oturduğunda ona dönmek zorunda kaldım. Yüzünde sıcacık tebessüm vardı. Ne Yiğit'e benziyordu ne de Yiğit gibiydi. Kapalı bir kadındı. Tahmini kırkların sonlarıydı yaşı. Elimi tuttuğunda şaşırarak ellerimize baktım. Bakışlarında hüzün vardı.


"Tanışmamız biraz farklı oldu. Müsaade et seninle konuşayım." Soğuk ifadem yüzümden uzaklaştı. Yiğit yüzünden çok değişik bir huya bürünmüştüm. Kimseye güvenemiyordum, en çok da herkesten kaçıyordum.


"Estağfurullah, elbette konuşabilirsiniz?" Gülümsemesi daha da çoğaldı. Yaşına hürmeten saygımı eksik etmek istemedim. Sonuçta hepimiz kulduk. Peygamberimiz bile kendisine yapılanlara rağmen kindar olmamıştı. Biz ondan öğrenmiştik her şeyi. Şu an bir mü'min vakuru oturdu üzerime.


"Ne kadar güzelsin öyle. Kıyılamayacak kadar." Dudaklarımı birbirine bastırıp konuşmamak için direndim. Oğlun kıydı ama bana diyemedim. O da beni anlayacak ki, "Şu an bu yaşadıklarında karşılaşmasaydık keşke. Ne düşündüğünü biliyorum, bu yüzden sana ne desem faydasız," diyerek yüzümü okşadı. Konuşma yetim elimden alınmış gibiydi. Bu tavrımı gördükçe solgun yüzü biraz daha soldu. Gözlerine baktığımda derin ifadeler vardı.


"Ben ne diyeceğimi inanın bilmiyorum. Size kızmalı mıyım, kızmamalı mıyım onu da bilmiyorum, beni anlayın lütfen." Aysun Hanım burukça gülüp, "Seni anlamasam burada olur muyum kızım? Ama inan bana Yiğit'in de bir bildiği var," deyince göz devirdim. Bu olanların neresinde anlayış vardı. Yaptığı affedilir değildi. Hâlâ bana onu anladıklarını söylerken hiç beni düşünmüyorlar mıydı? Başımı iki yana sallayıp ayağa kalktım. Gitmeden evvel, "Sizi anlayamıyorum," dedim usulca. "Bu yapılanlara sadece göz yumuyorsunuz. Nasıl Yiğit'i anlayabildiğinizi anlayamıyorum. Gelmişsiniz bir de benimle konuşmak istiyorsunuz." Aysun Hanım ayağa kalktı ama konuşmasına izin vermeden, "Anne," diyen sesle konuşması yarıda kaldı. Yiğit mutfak kapısından buraya gelip, "Daha sonra olur mu?" dedi. Aysun Hanım Yiğit'i onayladığında, "Amcamlar seni bekliyor," deyip kapıya kadar ona eşlik etti. Kollarımı birbirine dolayıp salıncağa tekrar oturdum. Bacaklarımı kendime çektim. Ortamda öyle kasvetli hava vardı ki nefes almam oldukça güçtü. Yiğit'i haklı gören onca insanın içinde yapayalnızdım. Yapayalnız bırakılmaktı kendi adaletimin terazisinde.


Salıncak hafiften ırgalandığında dizimde olan başımı kaldırdım. Yiğit yavaşça yanıma oturdu, hareket etmem onu hızla harekete geçirmiş yanından gitmeme izin vermemişti. Ne yaptığını anlayamadan yanıma yaklaştı. Eli havada kaldığında bana dokunmaktan çekinir gibi bir hali vardı. Eliyle yüzü arasında mekik dokudum. Eli önüne düştü. Dokunmaktan çekinmeyen adamın kararsızlığıydı bu.


"Bu gecenin kasvetini haber verseydin daha önceden hazırlanırdım." Yüzüne vurduğum sözlerle, "Haberim olsaydı verirdim," dedi. Oturduğum yerden bu sefer kalkıp bahçenin diğer yanına yürüdüm. Havuzun oraya geldiğimde o da peşimden gelip yanımda durdu. İkimizde karşıya bakıyorduk. Elini pantolonunun cebine soktu. Ondan kaçmak yerine ondan öğrenmek istediklerimle durdum yanında. Belki birazda olsa bir şeyler derdi.


"Beni bu duruma sokan senken haberinin olmamasına bile şaşıramıyorum. Ailecek emrivakileri seviyorsunuz." Karşıdan bakışlarını bana çevirmesi ona bakma gereği duymama sebep oldu. Gözlerindeki o soğuk hisle ürperdim. Bu yaptıklarından ötürü sözlerimle onu itham ediyordum bir nevi. Onu haklı bulamıyordum hiçbir zaman. Ona da kendini tanıtma fırsatı veriyordum. Gözlerindeki karanlık bu kadar derinken orada boğulmamak imkânsızdı. Kendimi o imkânsızlıkta bedbaht hissediyordum. Tahayyül edemeyeceğim kadar zorlu bir savaştı bu.


"Emrivaki mi? Düşüncelerin baban geldiği zaman biraz yumuşar diye düşünüyordum." Kollarımı birbirine doladım. Hava serindi. Yaşattıklarına karşı gördüklerime bir neden buluyordu.


"Babam sadece yaptıklarının bir yanı. Sen kendince kurduğun bu oyunda hep kazanan oluyorsun. Benim inandıklarım umurunda değil." Onu daha fazla dinlemeyecektim. "Kaybettiklerimi önüme sürüyorsun sadece." Birkaç adım atmamla kolumu tutup kendine çekti. Dengemi sağlayamadan düştüğüm yer kolları oldu. Havuza düşmeme ramak kaldı. Bedenimi kendine çevirmesi ile burun buruna geldik. Gözleri yüzümü ezberlemek ister gibiydi. Hızla çıktım kolları arasından. Güldü. Bu gülüş tekrar bir zaferin göstergesiydi. Şu an tam dibindeydim.


"Ben her defasında kendi bildiklerinle tutsak ediyorsun? Senden uzaklaşmama izin vermiyorsun. Her defasında düşüyorum ve sen bundan zevk alıyorsun." Hiçbir his barındırmayan sesim ilk defa usanmışlığı barındırıyordu. Dibinde duruyordum hâlâ. Susuşunda uslanmışlık var gibiydi. Bu gece o susuyor ben konuşuyordum. Tanıdığımdan çok tanımadığım bir Yiğit vardı karşımda. Sadece bakışlarının yüzümü talan etmesi vardı. Öyle bir bakıyordu ki, ona karşı sesim etkisini kaybediyordu.


"Sen düşsen de kaldıran hep ben olurum." Başımı iki yana sallayıp, "Sen beni hep düşürensin," dediğimde beni kendine çekti. Dudağı arsız bir gülümsemeyi konuk etmişti. Gözlerindeki kalabalıktan uzaklaşmış gibiydi. "Ben olmasam suya düşecektin ama." Hızla omzuna vurup, "Kendince oyun oynuyorsun benimle," diyerek hiç beklemediği anda onu havuza ittim. Önce şaşırsa da kendini tez toparladı. Hızla başını sudan çıkarıp, "Oyunu sen oynuyorsun," deyince gülmemek için dudaklarımı birbirine dolandırdım. Saçlarındaki suyu eliyle silkip yüzünü eliyle kuruladı. Bir adım geriye gidip, "Sen istedin," deyip koşar adım eve geçtim. Aslında yapacağı hamleyi çok iyi tahmin ettiğimden yanında kalmaya bile cesaret edemedim. O Yiğit'se misliyle karşılığını verirdi. Arkamdan bağırarak, "Suyun acısı fena olacak maviş," dedi. Tuttuğum gülüşü serbest bırakıp, "Oh olsun," dedim. Odaya geçip ondan kaçışıma bir yenisini ekledim. Bana kızmıştı kesin. Düşüncelerimi savıp yatağa giriştim. Buraya gelmeden evvel uyumayı temenni ediyordum. Daha sonra hesaplaşsa da çok umurumda olmazdı.


...


Dünkü kalabalıktan sonra şimdiki sessizliği Aysun Hanım bozdu. Yiğit evden kaybolunca yerini Aysun Hanım tamamlar gibiydi. Bugün bu ev bana dar gelecekti anlaşılan. Akşam için Yiğit beyimizden sürpriz bekleyecek bir haber alınca daha çok hareketlilik oluşmuştu evde. Neler olduğunu sorsam da cevap verilmemişti. Ada tezgâhın önüne sandalye çekip oturdum. Halime ablaya yardım etmek istesem de izin vermemiş, yaptığı kahveyi önüme koymuştum. Sanırım bu evde tek sevdiğim Halime abla olmuştu. En azından onun yanında rahattım.


Aysun Hanım'da benim gibi kahvesini alıp yanımda yerini aldı. Ona bakınca gülümsedi. Sabahtan beri Halime ablaya yardım ediyordu. Yorulduğunu fark ettim.


"Akşam için bir şey demeyecek misiniz?" Aysun Hanım kahvesinden bir yudum alıp, "Emir büyük yerden," dedi gülerek. Bana karşı bu kadar sıcak olması, olanlara karşı öfkemi dizginleyemese de bu olanları Yiğit'ten başkasına yıkmamı engelliyordu. Bunu düşünmem ne kadar doğruydu bilmiyordum. Birine karşı kindar olmak çok zordu benim için. Hem babamın bildiklerine rağmen şüphem hep gerçekleri ardı sıra bırakıyordu.


"O kadar önemli diyorsunuz yani!"


"Yiğit böyle yapmazdı, demek ki önemli."


"Yiğit nasıldır?" Derine inen soruma karşı hiçbir çekinme olmadan, "Daha önce böyle çok sık bizimle iletişim kurmayan, ani sürprizlerden hoşlanmayan biriydi," deyip göz kırptı. Yüzündeki tebessüm yaptığı ima ile birleşti. İması bana karşıydı, oldukça da hoşuna gidiyordu. Elimi tutup, "Seni utandırmak için demedim, sadece bir şeylerin senin sayende değiştiğini gör istiyorum," demesi yüzünde ışıl ışıl ifadeyi meydana çıkarmıştı. Daha önceden oğluyla aralarını merak etmeye başlasam da irdelemedim. Aysun Hanım'da fazla derine inmemişti zaten.


"Yok utanmadım. Sadece ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Hem onunla ilgili olan ne varsa beni ilgilendirmiyor."


"Ona kızgınsın değil mi? Sesindeki meyusluk gerçeklerin konuşulmasına müsaade eder gibiydi. Bunu sorması ne ifade ederdi ki, biliyordu cevabını oysaki. Çekinmeden, "Kızgınım," dedim. "Ona hiç olmadığım kadar kızgınım." Sesim sert ve kendinden emindi. Ona kızgınlığım dağ gibi oluyordu her defasında. Aysun Hanım belki bir ümit besliyordu ama ne onu ne de etrafımdakileri kandıramazdım. Başını usulca sallayıp, "Haklısın elbette," dedi. "Seni zorlaması kızılmayacak durum değil. Onun için suçsuz diyemem ama senin de bilmediklerin var kızım. Yiğit bunlarla uğraşırken sana düşüncesizce yaklaştı. Keşke şartlar başka ilerleseydi." Buradaki şartların babam üzerinden olduğunu söylemese de belli etmişti. Zaten sadece Yiğit'e değil babama da kızgındım. Belki de geçmişe dair ne varsa her şeye kızgındım.


"Benim bilmediklerim ne Aysun Hanım?"


"Sana söz veriyorum, akşam oturup konuşacağız. Bunu ben sana ayrıntılı anlatırsam bir şeyler eksik kalacak." Omuzlarım çaresizlikten düştü. Aysun Hanım'ın elindeki elimi çekip, "Müsaadenizle," diyerek mutfaktan çıktım. Tepkisizleşiyordum olanlar karşısında. Kendimi taşıyamayacak kadar güçsüzdüm artık. Kapının sesini duymamla kapıya yöneldim. Açtığımda Ezgi'nin gülümseyişi çoğaldı. Peşinden giren kişi Efe'ydi. Daha ne olduğunu anlayamadan Efe eli kolu dolu girdi içeriye. Hem söyleniyor hem de malzemeleri mutfağa taşımaktan geri kalmıyordu. Bu hali güldürürken Ezgi'nin terslemelerine maruz kalıyordu.


"Ne kadar narinsin ya, görende hamallık yaptırdığımı düşünür." Efe bir bardak su içip, "Ha, yaptırdığın hamallık değil yani. Sabahtan beri o mağaza benim şu market benim derken öldürdün beni zalim," deyip bana döndü. Ben dahil hepimizin bakışları ikisindeydi. Efe bana döndükten sonra neşeli bir sesle, "Merhaba yenge," dedi. Kaşlarım aralandı. Hatta şu an ters bir bakışla Efe'ye bakıyordum. Sırıtarak söylemesi ile, "Ezgi, bence biraz daha dolandırabilirmişsin. Yengeymiş! Tövbe estağfurullah," deyip poşetlere baktım. Sanki ortada gerçek bir evlilik varmış gibi bana yenge demesi sinirlendiriyordu. Bunlar çoktan evcilik oyununa kendini kaptırmıştı. Efe gözlerini kocaman açarken Ezgi otuz iki diş sırıttı. Bu oldukça hoşuna giderken, "Aslında iyi fikirmiş," diye söylenmeyi ihmal etmedi. Efe mutfaktan kaçar adım çıkarken, "Siz kadınlardan korkulur," deyip gözden kayboldu. Ezgi peşinden kıkırdarken bense söylenmekten geri kalmıyordum. Yiğit'in yüzünden düştüğüm konum Efe'nin diline dolanmıştı. Göz kırpıp, "Siz, hayırdır?" dedim Ezgi rahat bir tavırla, "Yok be, biz sadece takılırız. Aramızda bir şey yok yani?" demesi inanmamı sağladı. Aralarında bir şey olmadığını anlayabilmiştim.


Poşetleri beraber boşalttık. Bir yandan Ezgi'ye akşam için sorular sorsam da o da diğerlerinden farklı değildi. Önümdeki suyu içtim. Ortalıkta Ezgi'den başka kimse yoktu. Ezgi'ye dönüp, "Evdeki sessizlik hiç hayra alamet değil," dedim. Saat akşam vaktini gösteriyor derken duvardaki saate baktım.


"Aysun yengemle odada işleri varmış." Ona gözlerim kısık bakınca iki elini havaya kaldırıp, "Valla bu sefer bilmiyorum," dedi. Sanırım son anda gelişen bir olay olmalıydı. Yanından uysalca geçip, "Hadi inanıyorum," dedim. Bu tavrıma sırıttı. Beraber odaya geçtik. Ben namaz için gerekli hazırlığı yapınca Ezgi'de pencereden dışarıya bakıyordu. Namazımı kılıp seccadeyi köşeye koydum. Ezgi pür dikkat bana bakıp, "Aysun yengeme çok benziyorsun," dedi. Anlatmak istediğini anladım.


"Bu benzemek değil aslında." Sözlerim ile başını usulca salladı. O da beni anlamıştı. Aslında o da bunu istiyordu. Mutfağın kokusu üzerime sinince kıyafetlerimi değiştirip başörtümü yaptım. O an kapı zilini duydum.


"Kim geldi?"


"Bilmem. Şimdi iner bakarız." Sanırım yine misafir vardı. Bu sefer gergin bir gece istemiyordum. Aslında şu an için misafir hiç istemiyordum. Beraber odadan çıkıp salona indiğimizde gördüğüm ailemle kalakaldım. Kalbim göğsüme sığmıyordu adeta. Haftalar sonra, sanki eksik yanım dolmuştu. Gözlerimden yaşlar aktı. Özlem dört bir yanımı sardı. Kollarını açan anneme hızla koştuğumda sıkıca sarmaladı bedenimi. Sanki şu an çaresiz bir çocuktum kollarında. Onlara ne kadar ihtiyacım olduğunu daha iyi anlıyordum ama artık ben kendi başımın çaresine bakmaktan öteye gidemiyordum. 


Loading...
0%