"Bana geri geleceğini nerden bileceğim? Bilemem. Gidemezsin hiç bir yere."
Cümlelerini gözlerinden akan iki damla yaş mühürledi. Sonra üç damla. Sonra beş. "Ben hep geri gelirim. Zorundayım." "Ama mecbur olmasan gelmeyeceksin işte." diye bağırdı nefesi yettiği kadar. "Gözlerinde görüyorum bunu. Yaşamak istemiyorsun ki sen, senin derdin yaşatabilmekle." Ne kadar da doğruydu. Ne kadar da senelerimin özetiydi. İçimde kaynar bir yanardağ vardı ve patlamamak için direniyordu. Üstelik doğasında patlamak varken. İçimde kopan fırtınaları gözlerimden okurken aramızdaki mesafeleri aştı. Göz göze, dudak dudağa, nefes nefeseydik. Ama birbirini her şeye rağmen seven o iki insandan oldukça uzaktık. "Eğer bana geri gelemezsen bu şehri bundan sorumlu herkesin başına yıkarım. " Burnunu saçlarıma dayadı ve derin bir nefes çekti içine. " Eğer bu kokuyu bir daha soluyamazsam bundan sorumlu herkesi yerin yedi kat altında olsa yine çıkarır mezara koyarım." Geriye çekildi ve gözlerini dudaklarıma kilitledi. "Eğer," dedi sustu ama ben anladım. Devam ettirecek cesareti yoktu ama benim onu anlayacağımı biliyordu. Benim onu aldığı nefesten bile tanıyacağımı da zaten hep bilmiyor muydu? "Şimdi bunları bilirken, git bakalım gidebiliyorsan." Ve gözleri alev alev benimkileri yakarken, ruhlarımız arasındaki mesafeyi ilk kez hiçe saydı. Cümlelerini sessiz bir anlaşmanın maddeleri yerine koydu ve anlaşmayı hem en beklediğim hem de en beklemediğim şekilde mühürledi. Dudaklarıyla. |
Bunları da beğenebilirsiniz
|
0% |