Yola çıktıktan sonra, Adrick dükkanın önünde ki kargaşadan fark etmediği bir detayı fark eder. Bir anda durarak,
“Bir saniye aranızda bir dark elf olduğunu söylememiştiniz. Bu uzun kulaklı bizimle gelecekse şuradan şuraya gitmem.”
Trix, “Evet, ben de yerden bitme seyahat arkadaşımız olduğunu bilmiyordum ama bir size bir söz verdim”
Getsun, “Tamam bırakın tartışmayı, cücelerle elflerin arasının pek iyi olmadığını biliyorum ama Trix ormanda bizim hayatımızı kurtardı. Bu önemli görevde ona ihtiyacımız var.”
Trix, “Ben de senle takılmaya meraklı değilim ama üç gün leş kokuna katlanmalıyım.”
Adrick “Ne dedin, sen” diyerek Trix’in üzerine çullanır. Diğerleri kavgayı zor bela ayırarak onları sakinleştirmeye çalışırlar. Ortalık yatıştıktan sonra Getsun,
“Bakın anlaşmanız zor biliyorum ama Glorya yıkılmak üzere. Bize verilen görev gereği bir an önce Işıltılı ormana gidip Lady Shava’ya ulaşmamız lazım. Ya bize olan sadakat borcunuzu ödeyin ya da bize engel olmayın. Siz olsanız da olmasanız da bu görevi başarmak zorundayız.”
Ortalık bir süre derin bir sessizliğe bürünür.
Adrick, “Bu elf ile bir an bile yan yana durmak istemezdim ama Lord Tyron’a vefa borcum var. Ben varım, haydi gidelim.”
Trix, “Söz, sözdür. Önden buyurun.”
Kasabadan uzaklaşarak gölün kıyısına gelirler. Hava kararmaktadır.
Trix, “Burada yol ikiye ayrılıyor. Ya gölden kayıkla geçeceğiz ya da gölün çevresinden dolaşacağız. Sanırım kayıkla gece yarısına doğru karşıya geçmiş oluruz ama diğer yol üç günümüzü alır ve oldukça tehlikeli bir yol olacaktır.”
Adrick biraz korkuyla, “Bence gölün çevresinden turlayalım. Hem gezmiş oluruz hem de yol da birkaç haydut haklarız”
Getsun, “Vaktimiz az o yüzden gölden geçmeliyiz.”
İskeleye doğru yaklaştıklarında bir adam kayığını iskeleye bağlamaktadır. Ayak seslerini duyarak elinde ki feneri onların yüzüne tutar.
Getsun, “Merhaba, karşıya geçmemiz gerekiyor. Bize yardımcı olur musunuz?”
Adam tek tek hepsinin yüzüne bakar,
“Biraz geç olmadı mı maceracılar?”
Adrick, “Hehheh he… demiştim size hadi geri dönelim.”
Getsun, “Hayır, ne kadar istiyorsun bizi karşıya geçirmek için”
“Gece vakti pek çalışmıyorum. Göl biraz tehlikeli olur. On altınızı alırım.”
Kul, “Ne on altın mı? Bu resmen soygun.”
“Dediğim gibi işinize gelirse”
Getsun, “Tamam, yeterli altınımız var. Geçeceğiz.”
“Peki, o zaman atlayın hadi ama baştan söyleyeyim gölde pek ses çıkarmasanız iyi olur.”
Arabadan gerekli eşyaları indirerek kayığa yüklerler. Cüce kayığa binerken biraz tedirgin davransa da diğerlerini son ikna çabası da işe yaramaz. Cüce kayığın en ortasına sağlam bir şekilde oturur. Yavaş yavaş gölün ortasına doğru açılırlar. Ayın ışığı göle vurmaktadır. Cücenin titremesi ve cüce dilinde okuduğu dualar dışında ses çıkmamaktadır. Elf cüceye doğru sessizce mırıldanır,
“Adı sevimli olsa da bu göl hakkında pek iyi şeyler duymadım. O yüzden sesini kessen iyi edersin cüce”
Cüce gıkını çıkarmaz. Gelen seslerden anlaşıldığı üzere yavaş yavaş kıyıya yaklaşmaktadırlar. Kayıkçı kayıktan atlayarak halatı iskeleye sabitler.
“İşte geldik. İnin bakalım.”
Herkes kayıktan indikten sonra Kul kayıkçıya dönüp al bakalım kayıkçı iki altın sana yeter. Kayıkçı, Kul’un suratına sert bir ifadeyle bakarak.
“Öyle konuşmamıştık. Beni mi kazıklıyorsunuz?”
“Al işte yeter, belanı mı istiyorsun”
“Ben şimdi sana belayı gösteririm”
Kayıkçı belinden bir hançer çıkararak. Kul’a doğru bir hamle yapar.
Kul ani bir refleksle geri çekilir. Kayıkçı ikinci bir hamle yapar. Bu sırada kılıcını çıkarmış olan Kul kayıkçının bu hamlesini de geri çevirir. İlerlemiş olan gruptan metal sesini duyan Mokays geri dönerek onlara doğru koşmaya başlar. Kul savunmanın etkisiyle geri tepen kayıkçının böğrüne kılıcını saplar. Acıyla kıvranan kayıkçı iki büklüm olur. Kul bir tekmeyle kayıkçının kayığa düşmesini sağlar. Arkasından gelen Mokays ne olduğunu sorar.
Kul, “Bizi kazıklamaya çalışıyordu ben de onu hakladım.”
Bu arada kasabanın önünde devriye gezen korucular sesleri duymuş ve o tarafa doğru yönelmişlerdir. Mokays kılıcıyla halatı keserek kayığı göle doğru ittirir. Kul’un kolundan tutarak hızlıca
“Hadi gel gidiyoruz”
Diğerlerine yetiştiklerinde korucular da gelmiştir.
“Durun bakalım. Nereden geliyorsunuz.”
Getsun, “Karşıdan geliyoruz. Bir gece kasabada dinlenip yola devam edeceğiz”
Korucular göle doğru uzaklaşmakta olan kayığa bakarlar. Karanlıktan ne olduğu net görülmemektedir.
“Geçin bakalım.”
Kasabaya girerek dinlenmek üzere bir hana yerleşirler.