Adrick baygın vaziyetteydi. Bu şekilde onu burada bırakamazlardı. Getsun Kul’a dönerek onu taşımasına yardım etmesini istedi. Kul yerde yatan cüceye yukardan bir bakış atarak,
“Cüce bizi yavaşlatacak. İyileşmesi mümkün görünmüyor gibi hem şu kutsal kadeh olayı da bana çok saçma geldi. Bırakalım onu burada da mağaradan çıkmanın yoluna bakalım.”
Getsun, sağ eliyle Kul’un boynuna yapışarak ayaklarını yerden yarım metre ayırarak duvara yapıştırmıştı. Zırhından hafif bir beyaz ışık saçılıyordu. Bir paladinin sinirlendiğini kolay kolay göremezdiniz. Birliktelikleri boyunca Getsun’u ilk kez bu kadar kızgın görüyorlardı.
Getsun Kulun nefesini daha da keserek, “Onu bu hale sen getirdin. Şimdi onu taşımamda bana yardım edeceksin ya da seni burada…” Getsun, kısa bir süre duraklayıp sessiz kaldı. Elini gevşettiği anda Kul asılı olduğu duvardan kayarak yere düştü. Boğazını tutarak birkaç saniye öksürdü. Kendine geldiğinde kısa ve net konuştu. “Nasıl istersen” ama Kul’un gözünden Getsun’a karşı kinle attığı bakışlar kaçmıyordu.
Adrick’i yerinden kaldırarak geçite doğru taşımaya başladılar. Trix önden gidiyordu. Haritaya göre kutsal kadehin olduğu yer sağ tarafta kalıyordu. Yerler biraz nemli ve kayganlık yürümeyi güçleştiriyordu. Bir süre sonra yol aşağı doğru derinleşmeye başladı. Bir spiral şeklinde kıvrılıyorlardı. Yol onları suyla kaplı geniş bir mağaraya çıkardı. Adrick’i yere yatırarak biraz dinlenmeye başladılar. Bu sırada Trix suyun derinliğine ve bir tehlike olup olmadığına bakmak için ilerledi. Bir süre sonra yanlarına dönerek,
“Su çok derin değil. Yürüyerek geçebiliriz. İlerde zemin tekrar yükseliyor, tırmanmamız gerekecek. Genelde bu tür yerlerde yarasalar olur fakat hiçbir ize rastlamadım. Bu bizim için hem iyi hem de tedirgin edici bir durum aslında”
Mokays, “Tedirgin edici derken neyi kastediyorsun”
Trix, “Bilmiyorum, bizi neyin beklediğini göreceğiz”
Kimseden bir ses çıkmadı. Adrick hala baygın yatmaya devam ediyordu. Biraz daha dinlendikten sonra yola devam etmeye başladılar. Suyun yüksekliği dizlerini aşmıyordu. Kul, Adrick’i sırtına almış Getsun’un önünden yürüyordu. Bir ara dayanamayıp, “Pis cüce…” diye mırıldandı. Getsun bunu duymuştu fakat duymazlıktan geldi. Kul’un omzundan tutup “Bırak biraz da ben taşıyayım” dedi. Kul üzerinden bir çuval yük bırakır gibi cüceyi Getsun’a teslim etti.
Zeminin yukarısına kadar tırmanmışlardı. Aşağıya baktıklarında ışıl ışıl duran madenler gözlerini kamaştırdı. Mağara ağzına kadar altın, elmas ve çeşitli mücevherlerle doluydu.
Kul, “Vay canına… şunları görüyor musunuz?” diyerek, koşar adım kendini altın havuzunun içine attı. Altınların içine bir giriyor bir çıkıyor, onları havaya fırlatıyor, boynuna elmas ve zümrüt kolyeleri doluyordu. “Ha…haa…haaa…” diye bir çığlık attı. “İşte zengin olduk. Bu cüce madenin de bir hazine olduğunu biliyordum.” Mokays’ın eli birkaç mücevhere gitse de diğerleri ona şaşkınlıkla bakmakla yetindi.
Getsun, “Bırakın, oyalanmayı. Asıl hedefimizden şaşmayalım. Kutsal Kadeh buralarda olmalı. Hadi arayalım.”
Trix şüpheli tavırlarla, “Kutsal kadehi bulmak zor olmayacak” sanırım diyerek sütun blokların arasından giden yolu gösterdi. İlerde uzunca bir merdiven vardı. Merdivenin sonunda yer alan uzunca bir lahitin üzerindeyse kutsal kadeh yer alıyordu.
Hepsi birden o yöne doğru baktılar. Kutsal kadehin parlaklığı o mesafeden bile gözleri kamaştırıyordu. Bir bakan bir daha gözlerini ondan alamıyordu.
Kul avucunda ki altınları yere bırakarak, “Demek kutsal kadeh buymuş” diye o yöne doğru koştu. Lahitin yanına vardığında kutsal kadeh ile artık göz gözeydiler. Çünkü kadehin üzerine işlenmiş göze benzeyen renkli elmaslar ona bakıyordu. Kırmızı bir gözün yerinden oynayarak ona göz kırptığına yemin edebilirdi. Tam o anda kadehin üzerine beyaz bir şey damladı. Gözlerini kadehin üzerine diktiğinde içinin beyaz bir sıvıyla dolu olduğunu gördü. Beyaz sıvı kadehin içine yukardan ikinci kez damladı. Bu sefer bakışlarını tavana doğru yoğunlaştırdı. Tavanda asılı, simsiyah devasa bir yarasa duruyordu. Kadehin içini dolduran beyaz sıvının nereden geldiğini anlamıştı. Ağzı açık uyuyan yarasadan beyaz damla halinde salyalar akıyordu.
Kul, “Hay bin şeytan“ diyerek kılıcına davrandı.
Bu sırada Adrick iniltiyle uyanmış “Kara Kaya” diye fısıldadı.