YAZDIĞI KİTAPLAR
tamamlandı 3a önce tamamlandı Güli̇lzar
@beytikzer
Okuma
9.36k
Oy
1.07k
Takip
158
Yorum
399
Bölüm
42
Gülilzar, saçlarını sarmaçtan kurtararak özgürlüğü verdi ellerine. Aynada kendini izleyeme başladı. Gözlerinin altı çökmüş müydü? Oysa daha gençliğinin baharını yaşıyordu. Elleri, yanaklarında gezindi. Yeterince güzel miydi Gülilzar? Değildi, biliyordu ama güzel olması gereken yürek değil miydi? Kalbi de sevilesi miydi ki? Boğazı düğümlenirken Doktor Rıza düştü aklına, ne demişti o? `Ana gibi kadınsın,` mıydı dilinden dökülen? Öyle ya! Anaydı o. Kendi doğurmadığı yavrucakların anası. Yumruya rağmen bir tebessüm belirdi dudaklarında. Yarı hüzün, yarı saadetle çevrili. Gülilzar, buydu işte. Hem tamamlanmış hem yarım... Ellili yılların tahta bavullu, köy öğretmenlerinden biri olan Gülilzar, Aydın`ın bir köyüne, genç zihinleri aydınlatmak için gönderilir. Gülilzar, idealist, kararlı bir öğretmendir lakin işi de kolay değildir. Kadın, üstelik de genç olan bu öğretmen, kendisine olan ön yargıyla başa çıkmaya çalışacak üstüne bir de ilçeden sık sık köye gelen Doktor Rıza, tarifi mümkün olmayan hisler yaşamasına sebep olmaktır. Tüm bu keşmekeşin içinde Gülilzar`ın kaçtığı bir geçmişi vardır. Gülilzar, hayata ve en önemlisi kendisiyle olan harbinden sağ olarak çıkabilecek miydi yoksa kendi kabuğuna mı çekilecekti...
tamamlandı 5a önce tamamlandı Nazende Sevgili
@beytikzer
Okuma
3.07k
Oy
395
Takip
42
Yorum
247
Bölüm
27
Henüz bir yol arkadaşı yoktu ve bundan memnuniyet duydu. Doğrusu meraklı bir hanımın suallerine veyahut yol boyunca politikadan konuşacak beylerden gına gelmişti. Aydın`a giderken olabildiğince hazır olmaktı tek derdi. Ardında bıraktığı her şey bir bir karşısına çıkacaktı. Yalnız annesi ve o adam olmayacaktı. Annesinin hatırası zihnine üşüştüğünde yutkundu. Keşke son bir kez görebilseydi onu. Lakin artık olmazdı. Yıllardır o kadar uzaklaşmıştı ki annesinin akıbetini önemsememişti bile. Mektuplarını dahi o meşum haber geldikten sonra okuyuvermişti. Hayırsız bir evlattı, biliyordu. Pişmanlık boğazına ilmeğini geçirdiğinde bakışları pencereden dışarıya değdi. Bir kadın elinde küçük çocukla koşturuyordu. O hareketlilik sebepsizce ilgisini üzerine çekti. Korkunç görünümlü iki adam peşlerinden bağırıyor, karşılarına çıkan herkesi deyim yerindeyse çiğniyordu. Görüntü bakış açısından çıkana kadar pencereye eğildiğini fark etmedi bile. Sırtını koltuğuna dayayıp biraz önce gördüğü şey üzerine kafa yormamaya çalıştı. Kuvvetle ihtimaldir karı koca çekişmesiydi gördüğü, onu ilgilendirmezdi. Yere bırakmış olduğu valizini üst raflara yerleştirirken bu sefer de koridorda bir hengâme koptu. Ne olduğunu anlamak adına çıkacakken biraz önce iki adamdan kaçan kadın, paldır küldür içeriye daldı. Kadın nefes nefese kalmış; çocuğu sıkıca tutmuştu. Mavi gözleri heyecanından ötürü irice açılmış olan kadın nihayet konuştuğunda Murat`ı büyük bir çıkmazın içine sürükledi. "Lütfen bizi saklayın!" *** Yıllardır o şehir, bu şehir gezen ziraat mühendisi Murat, kendini tekrar bulmak adına bir kozaya sarmıştı. Niyeti geçmişten olabildiğince uzaklaşmak olsa da başına gelecekleri bilse yerinden kımıldamaz; işinin başına geçerdi...
devam ediyor 3h önce güncellendi KEHKEŞAN
@beytikzer
Okuma
365
Oy
81
Takip
9
Yorum
360
Bölüm
16
Gökyüzünden binlerce yıldızın kaydığı o gün iki genç yan yana, biraz da diz dize otururlarken oldu her şey. Oğlan kıza, onu ilk gördüğü andan beridir sevdiğini söyledi. Kız ise utançla parmakları ile oynadı. Bu memlekete geldi geleli adetlerine uyum sağlamakta güçlük çekiyorduysa da hisleri öyle değildi ya. O da besbelli seviyordu oğlanı. Yine de söz etmeye ar etti. Nasıl derdi? Babası bacaklarını kırardı! Babasını da hatırlayınca irkildi, yüzünde açan çiçek soldu, ayaklandı hemencecik. Gideyim diyecekken oğlan da kalktı. Oğlan pervasızdı, gönül çelmekle pek bir anılırdı. Şu mahallenin bütün kızları; güzeli, çirkini, uzunu, kısası, derlisi toplusu hep birden şu oğlan bana baksa diye ah ederdi. Bakardı oğlan, çapkındı zira. Ergenliğinin orta yerinde ulaşabildiği tüm kızlara elini sürerdi. İyi yürekliydi ama. Eli ayağı tutmayan yaş almış komşularının varsa elinde öte beri, alır evlerine kadar taşırdı. Yahut darda kalmış küçük bir çocuk görünce sarılır, güvenlice evine yollardı. Her iyi gibi onun da kusuru vardı. İşte o kusur da Mahruze`nin göğüs kafesine sığmaya çalışan kalbini paramparça ediyordu. Gitmeye yeltendi, oğlan tutuverdi bileğinden. "Biraz daha kalsan?" Kalırdı Mahruze. Zaten anneciği de onun annesiyle sohbete dalmıştı. Kahveler içilmiş, sonra da ters çevrilmişti. Anneciği pek iyi bakardı kahve falına. Mahruze`ye de bakardı. Sonra hoşuna gitmemiş gibi, `Al yıka şunu, içine de hiç bakma!` diye uyarırdı. Mahruze inanmazdı ama işte insanoğlu, bir telvede kader arardı. O da karmakarışık şekilleri gördüğünde epeyce anlam çıkarmaya çalışır ama bir türlü çıkaramayınca da yakalanırdı annesine. Gülerdi annesi ama yarımca. `Merak etme,` derdi. `Senin bahtında güzellik var. Var da sen ciğersizin birine tutulacağın için,` deyip elini sallardı. Hakikati söylemişti annesi. Ciğersiz değilse de kahpeydi gözleri. Bir baktığına bir daha bakmazdı, istemezdi işte. Çekindi Mahruze, gözlerini indirdi. Oysa gözleri tüm ışıkları içine almış gibi parlarken indirmesin istedi oğlan. Şöyle doya doya baksa, o gözlerden ufacık öpse... Bir deli cesaretti vurdu göğsünü, tuttu kızın çenesinden, kaldırdı başını gözleri değsin diye gözlerine. İçi kanatlandı oğlanın. Oğlan da kulağına Ahmet ismi okunduğu andan beridir böyle gözler görmediğine yemin ederdi. Ahmet zaten olur olmadık yeminler ettiğinden bir kıymeti olur mu bilmezdi. Taştı içinde taşıyamadığı sözler. "Gözlerin ne güzel!" Yaklaştı biraz kuş gibi titreyen kıza. "Şu dünyayı içine almış, sığdırmış gibi..." Az kalsın yıkılıyordu Mahruze. Daha evvelinden böyle sözler işitmediğinden ne diyeceğini de bilemedi. Az sonra Ahmet iyice sokulup kızın gözlerinin üzerine derin bir öpücük bırakınca ister istemez tutundu ona. Ahmet bir kere fırsatı bulmuştu ya gözlerden şakaklarına, yanağına ve en son kor gibi görünen dudaklarına bastırdı dudaklarını. Mahruze yitip gidecekti besbelli. Fakat derinlerde bir yerlerde babasının sesini duyunca toparlandı. Oysa, `Ulan!` demeliydi Ahmet`e. `Daha geçen günlerde 10`lardan afili Esma ile sen?` Diyemedi ama... Diyecek gibi de değildi hiç. Kaçtı durdu Ahmet`ten. Ahmet`e de sevda oluverdi bu kaçma kovalama işi. O kaçtıkça kovaladı, kovaladıkça kızın özünü özümsedi. Ne güzeldi Mahruze, hem içi hem dışı... *** Gençlik hevesi iki genci kıskıvrak yakaladığında aşkın ateşine yakalandılar. Ancak onlardan evvel çizilen yolları ayrıldığında bir daha karşılaşabileceklerini düşünmemişlerdi. Yıllar yılları kovalayıp kuyruklarını yakaladığında bir adalet sarayında bir davanın iki tarafı olarak karşılaştılar. Ancak artık gözlerde aşktan evvel vicdan perdesi vardı...
Loading...