Zaman geldi ve karanlık çökmeden önce teşkilatlar, ülkeye kelepçe vurdu. Darbeyle başlayan bu çağda, sokaklar cesetlerin ağırlığına boyun eğdi. Yok edilip yeniden inşa edilen bir ülkenin enkazında, kollarımızda damgalarla kim olduğumuzu bile unuttuk.
Güneş bir daha asla doğmadı. Ailemizi, çocukluğumuzu, milletimizi ve kitaplarımızı terk ettik. Her şey küle dönmüştü. Ama o küllerden doğamayanlardan biriydim ben: Leyla. İçimde onlarca Leyla vardı, her biri bir sırra, bir trajediye tutunmuştu. Annemin benden sakladıkları, ruhumun karanlık köşelerinde yankılanırken, hiçbir yere kaçamıyordum. Gölgemden bir adım uzakta bir katil nefes alıyordu. Karşımda ise beni kendi elleriyle sonuma sürüklemek isteyen bir polis. Ve bir yazar… Hikâyemi yazmak için kalemini kanla bilemeye çalışan o yabancı. O da kaçıyordu benden, tıpkı bir sevgilinin korkusuyla. Bu, yalnızca bir hayatta kalma mücadelesi değildi; bu, hayatımı kim öldürecek diye beklediğim, zamanı geride bırakmaya çalıştığım bir savaştı. // Bir kadın: zihin labirentinde kaybolmuş, her köşesinde başka bir "ben" saklı. Bir polis: o karanlık labirente adım atan, kadının geçmişinin gölgelerini arayan. Bir katil: adına müze yapılmış, geçmişin ölü yüzlerini sergileyen, insanlığın kanlı tarihine kazınmış. Ve bir yazar: ismini fısıldamaktan korkan, sırlarını harflerin ardında gizleyen. Peki ya biz? Onların kitabında, hikâyenin hangi sayfasında, hangi harfteydik? Yoksa sadece boşlukları dolduran gölgelerden mi ibarettik? |
Bunları da beğenebilirsiniz
|
0% |