Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@rakuusha
"Arken Ormanı

Gün doğumunda, saat 05:46'da yine ormandaki kuyuya, güzeller güzeli Lilionna'yı görmeye gittim. Her günkü gibi şafak vaktinde buraya gelip gün doğumunu izliyor, yanında getirdiği kuvars; işlemeli kadeh ile kuyudan su içiyordu. Kızıl saçları, yeni doğan güneşin ışığı ile birlikte ortaya mükemmel bir görüntü çıkarıyordu. Ben ise aşk ve keder duygularım ile onu izliyordum. Ben bir sokak çocuğuydum o ise soylu bir ailenin kızıydı. Düşüncelerim sadece bir çift hayalden ibaretti.

Louma - A3(1)
Louma'nın 3. halkasının dar sokaklarında koşarken takılıp düştüm. Arkamdan bir bağırış,

"Aola iyi misin?" Sesin kaynağı Ragun'du.

Düşmeme sebep olan şey üzerinde garip işlemeler bulunan küçük parlak bir kutuydu. Ragun'a bundan bahsetmedim ve hemen cebime koydum,

"Dalmışım, bir şey yok; taşa takıldım." diyerek geçiştirdim.

Sanki birinin kıymetli eşya sandığı gibiydi. Kesin düşürmüş olmalıydı. İçinde her ne olursa olsun Ragun ile paylaşmaya niyetim yoktu.

"Ben kulübeye geçeyim seninle yarın görüşürüz Ragun." dedim, kaçamak adımlarla uzaklaşırken.

Ragun, "Bugün erken uyu gece 04:00 gibi kurt avına gidiyoruz. Uyanamazsan kendi başıma gitmek zorunda kalırım. Zehri de al Arken Ormanının girişine gel." dedi ve elime iki altın sikke fırlattı.

Zehirden kastı Auravara Akrebi zehriydi. Fiyatı ne kadar pahalı olsa da Ragun'un tanıdıkları sayesinde ucuza alabiliyorduk. Kurdu zayıflatmak için zehir kullanıyorduk. Bir-iki damlası bir insanı ölümcül derecede hasta edebilir veya beş-altı gün süren felce maruz bırakabilir, en az beş damlası ise kesinlikle öldürebilirdi. Ne kadar zalimce olsa da bunu yapmak zorunda kalıyorduk.

"Tamam." dedim ve ayrıldık.

Ragun benim eski bir dostumdu. Çok uzun süredir birbirimize yardımımız dokunurdu. Ben ona avda yardım ederdim, o da bana avdan pay verirdi.

Ragun'un görünüşü; yanları kazıtılmış uzun, toplu saçları ve kürk giysisi sayesinde ne kadar öyle olmasa da profesyonel bir avcıyı andırıyordu. Bir avcıydı ama profesyonel değildi. Şehrin ikinci halkasındandı. Ne çok zengin ne de çok fakir. Yaşamını sürdürebilecek kadar kazanıyordu. Benim tek varlığım ise hasta, yaşlı babam ve tek odadan oluşan eski püskü evimdi.

Louma şehri her ailenin kontrolü altında olacak şekilde üç farklı kısma ve her bir kısım kendi içinde üç halkaya bölünürdü. Magmar ailesi, Louma'nın güneybatı kesimini kontrol ederdi. Artungel ailesi, Louma'nın güneydoğu kesimini kontrol ederdi. Son olarak ise Aaxharas ailesi, Louma'nın kuzey kesimini kontrol ederdi.

Bölümlerin içerisinde ayrılmış halkalarda ise hiyerarşi vardı. Birinci halkada kontrolü elinde tutan ailenin fertleri ve zengin insanlar bulunurdu. Villalar, köşkler, malikaneler... İkinci halkada sıradan insanlar bulunurdu. Ragun ve ailesi gibi insanlar. Yaşamaya yetecek kadar parası olan insanlar. Üçüncü halkada ise ben ve babam gibi sefil insanlar bulunurdu. Dilenciler, evsizler ve sürgün edilen hainler. Taştan yapılma evler ve sokaklar, pis kokan rutubetli hava, çöplükten bir farkı olmayan bir halkaydı.

Biz Aaxharas ailesinin himayesi altında olan kesimde yaşıyorduk. Aaxharas diğer ailelere kıyasla en iyisiydi. Halkına yeterli düzeyde su ve yiyecek sağlıyordu, diğer kısımlarda kimi zaman kıtlık çekilirken. Şehrin diğer kısımlarındaki üçüncü halkalarda da durum aynıydı. Ancak diğerlerine kıyasla hiçbir zaman açlık veya susuzluk çekmiyorduk. Aaxharas ailesi düzenli olarak su ve yiyecek dağıtımı yapıyordu.

Üst halkadakiler alt halkalara inebiliyor ancak alt halkadakiler üst halkalara çıkamıyordu. Kimin hangi halkadan olduğunu belirlemek için insanlara kraliyet tarafından bir bileklik verilirdi. Kraliyet bilekliği kimlik demekti. Birinci halkadakilere beyaz, ikinci halkadakilere sarı ve üçüncü halkadakilere ise kırmızı bileklik.

Her zaman isyan atılımlarında bulunanlar olurdu, içinde bulunduğumuz sistemi protesto etmek için. Ne kadar acı verici olsa da düzenin sağlanması için bazı şeyler gerekliydi. Daha iyi bir yerde olmayı kesinlikle isterdim ama durumumdan şikayetçi değildim.

Babamın ilacını almak üzere eczanenin yolunu tuttum. Louma'nın kirli sokaklarında yürürken yerde oluşan bir su birikintisine doğru yöneldim. Yere eğilip küçük su birikintisinden bencillik ve korku dolu suratıma baktım. Kirli siyah saçlarım suratımı saklıyordu sanki, içimdeki bencilliği ve korkuyu. Ragun'a kutudan bahsetmediğim için pişman gibiydim. Açgözlülüğüme yenik düşmüştüm. Saçlarımı suratımın önünden çekip bileğimdeki toka ile ensemde topladım. Ayağa kalkıp silkelendikten sonra eczaneye yöneldim.

Eczaneye vardığımda Ragun'un bana verdiği iki altın sikke ile yatalak babamın ilacını aldıktan sonra akrep zehrini almak üzere eczanenin hemen yanında bulunan iksir dükkanına girdim. İçerideki rutubetli ve pis kokulu hava her zaman midemi bulandırmıştır.

Fazla geçiştirmeden zehri aldım ve çıktım. Akrep zehri bana on bir altına mal olmuştu.

Kulübeye doğru ilerlerken aynı zamanda düşünmeden edemiyordum kutunun içinde ne olduğunu. Kim bilir ne kadar para vardı? Belki de mücevher?

Kulübeye vardığımda babam her zamanki gibi uyuyordu. Evime neden mi kulübe diyorum? Tek bir odadan oluşan kare şeklindeki küçük bir odaydı çünkü. Kapıdan girince hemen solumda babamın yatağı ve yanında eski püskü kırılmaya yüz tutmuş bir sehpa vardı. Karşımda ise kirli bir tezgâh duruyordu. Evin içinde başka bir eşya yoktu, ben yerde uyuyordum.

Tezgâhın yanındaki köşeye büzüldüm ve gaz lambasını kısık şekilde yaktım. Cebimden kutuyu çıkarıp öylece bakmaya başladım, çok önemli bir anın dönüm noktasındaymış gibi. Yavaşça elimi kutunun üzerine koydum ve açmaya başladım. Kutuyu açtığımda tamamen hayal kırıklığına uğramıştım. İçinde ne altın ne de mücevher vardı. İçinde eski bir kronograf(2) vardı. Babama bundan bahsetmedim. Kim böyle bir şey yapabilirdi ki? Sokak arasında parlak, işlemeli bir kutunun içinde kronograf. Küçük de olsa zengin olma umudum çöpe gitmişti. Aslında ben fazla iyimser düşünüyordum. Küçücük bir kutu ile zengin olmak... Belki zengin olursam hayatım değişir diye düşünüyordum. Daha rahat bir yerde yaşardım, Lilionna ile hiç değilse bir şansım olabilirdi, şık giyinebilirdim.

Aslında hayatım çoktan değişmişti ancak beklediğim yönde değildi.

En azından kronografı kullanabilirim diye düşündüm. Bulduğum yere gidip "Parlak bir kutu içerisinde kronograf düşüren birisi var mı?" diye bağıracak değildim. Gece hazırlanmam gereken bir av vardı ve erken uyumalıydım. Kronografın alarmını gece saat 03:50'ye ayarlayıp, zehri sehpanın üstüne bıraktıktan sonra babamın yatağının yanına büzüldüm.

Pangnar 22/4M762(3), Louma-A3

Kronografın sesi ile tam 03:50'de uyandım. Kafamı kulübeden dışarı çıkardım ve yukarıda dolunay vardı.

Babamın ilacını sehpanın üzerine bırakıp yanına küçük bir not düştüm, "Unutma öğlene doğru içeceksin." Zehri sehpadan alıp Arken Ormanının yolunu tuttum.

Ormana vardığımda saat 04:26 olmuştu. Ormanın girişinde Ragun ile buluşup ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. İri bir meşe ağacının yanından geçtik. Yaprakları sararmaya yüz tutmuştu. Gerçekten çok güzel bir ağaçtı. 'Çıt!' Yürürken farkında olmadan bastığım küçük dalın sesiydi.

Ragun birden bana dönüp elini dudaklarına götürdü ve bana bir yeri işaret etti. "Şşt!"

İşaret ettiği yerde, yaklaşık 6 metre uzaklığımızda sinsice gezinen bir kurt vardı. Saate baktım saat 04:58'di. Sessizce bir çalının içine saklanıp silahlarımızı hazırladık. Ragun demir başlı baltasını ve çelik kaplamalı kalkanını elinde hazır hale getirdi. O silahlar ona bir servete mal olmuştu. Ben ise akçaağacından yapılan yayımı ve paslanmış demir bola(4)mı hazırladım. Bir tane oku yavaşça kılıfından çıkardım ve ucuna birkaç damla zehir sürdüm. Oku yaya yerleştirip derin bir nefes aldım. Okçuluk yeteneklerim çok iyi olmasa da birkaç hünerim vardı.

Ragun'un işaretini bekliyordum. Ragun dikkatli bir şekilde kurda odaklanmış, kurdun hareketlerini izliyordu. İş sohbet ve arkadaşlığınca gelince biraz laubali bir kişiliği olabilirdi ancak konu iş olduğunda çok ciddi bir kişiliğe bürünürdü.

Ragun'un işareti ile oku bıraktım. Ok, kurdun bacağını sıyırdı. Kurt acılı bir inleme ile Ragun'un üstüne koşmaya başladı. Ragun kendinden emin bir şekilde kurda karşılık vermeye hazırdı. Kalkanını suratının önüne aldı ve baltasını her an savurmaya hazır bir biçimde arkasında gizledi. Kurt Ragun'un üzerine doğru atıldı. Ragun kurdun pençesini kalkanı ile savuşturarak kurdun karın kısmına derin bir kesik attı. Kurt inledi. Öyle bir inledi ki, sesini Louma'nın birinci halkasındaki insanların bile duyduğuna emindim. Kurdun karnı kesik de olsa Ragun temkinli davranıyordu. Sonuçta o tecrübeli bir avcıydı.

Ragun geri geri adım atarken arkasındaki kuyuyu fark etti.

Bana bakarak "Aola kuyu!" diye bağırdı.

Ne demek istediğini anlamıştım. Kurt Ragun'a doğru koşarken bolayı kurdun ayağına dolayacaktım. Yuvarlanıp kuyuya çarpmasını sağlayacaktık. Böylece kurt bayılır ve bizde kolayca öldürebilirdik. Daha önce birçok kez bunu kullanmıştık. Kimi zaman kaya, kimi zaman kalın bir ağaç denk geliyordu. Bu sefer bir kuyuya denk gelmiştik.

"Tamamdır!" diyerek Ragun'a ne demek istediğini anladığımı belirttim.

Kurdun Ragun'a doğru hareketini izleyip bolayı fırlattım. Fakat işler planladığımız gibi gitmedi. Bolayı ıskaladım. Kurt vahşice Ragun un üstüne atladı. Ragun adeta kuyudan sallanıyor gibiydi. Kurt Ragun'un üstüne çıkıp göğsüne bir darbe indirdi. Biraz daha derin olsa Ragun'un hayatı büyük bir tehlikeye girerdi. Kurt pençesini tekrar kaldırdı ve Ragun'un kafasına indirecek iken kanındaki zehrin kalbine ulaşmasıyla yavaşça kuyunun kenarına devrildi. Ragun'un kurdun karnında açtığı yarıktan dolayı her yer kan olmuştu.

Koşarak Ragun'un yanına gittim. Her taraf kan içerisindeydi. Başka hayvanları buraya çekmemek için etrafı temizledik. Ragun'un karnında büyük bir kesik vardı ama derin değildi. Ragun iyi olduğunu söyledi. Kanamayı durdurmak adına yanımızda getirdiğimiz birkaç parça bez ile Ragun'un karnını sardık.

Satmak üzere kurdun derisini yüzdük. Kullandığımız zehirden dolayı eti yenilemez hale gelmişti. Başka hayvanların yiyip de zehirlenmemesi için kurdun cesedini yaktık. Evet avlanıyorduk ama başka bir etçilin yavruları gelip kurdun etinden yiyerek zehirlenebilirdi. Sadece yetişkin hayvanları avlıyoruz, yavruları değil. Yavaştan şehrin yolunu tuttuk.

Şehre vardığımızda Kurdun derisini satıp paranın onda üçünü aldım ve kulübeye doğru yürümeye başladım. Neden mi onda üçü? Çünkü ekipmanlarımı Ragun karşılıyordu ve avladığımız hayvanlarla karşı karşıya gelen de oydu. Ben sadece arkadan ona destek oluyordum. O gün neredeyse ölebilirdi.

Kulübeye vardığımda doğmakta olan güneşe baktım ve onu, Lilionna'yı düşünmeye başladım. Cebimdeki kronografı çıkardım ve baktım, saat 05:24 idi. Çok yorulmuştum fakat kuyuya gitsem mi diye düşündüm. Nedense kuyu kavramını o gün daha fazla duymuş gibiydim. Sonra her şey oturmaya başladı yerine. Orman, av, kurt, kuyu, kan ve zehir. Kurdun kanından dolayı kuyudaki su zehirliydi. O kuyunun Lilionna'nın kuyusu olduğunu fark etmemiştim bile. Yetişmem imkânsız gibiydi. Çabucak ormanın yolunu tuttum.

O kadar hızlı koşuyordum ki rüzgâr adeta bacaklarımı kesiyordu. Birkaç kere takılıp düşmeme rağmen son hızla koşmaya devam ettim. Akıp giden zamanın farkında bile değildim. Daha yolun yarısındayken kronografa baktım saat 05.44 idi. Gözlerimden istemsizce gözyaşları süzülmeye başladı. Ya geç kalırsam? Ya engelleyemez isem?

06:01 de kuyuya vardım. Yerde öylece yatıyordu. Koskoca orman sessizliğe bürünmüş, o ise kuyunun dibinde öylece yatıyordu. Zihnim karanlığa bulanmıştı. Mantıklı düşünemiyordum. Aklıma korku, pişmanlık, öfke, üzüntü ve keder hükmetmişti. Onu ben öldürmüştüm. Yerde öylece uzanan bedeninin yanına gidip ağlamaya başladım. Kızıl saçları kendi kanına bulanmıştı. Kendi kabusumu yaşıyordum. Cebimden yere düşen kronografın sesini duydum. Ve gözümden düşen damlanın kronografa değmesi ile ağzımdan kelimeler dökülmeye başladı,

"Neden daha erken burada olamadım! Neden geç kalmak zorundaydım!"

Ve kronografın sesine uyandım. Saat 04:05. Kafamı kulübeden dışarı çıkardım ve yukarıda dolunay vardı.



1. Üç soylu aile tarafından yönetilen barışçıl bir şehir Louma'nın Aaxharas kesiminin 3. halkası anlamına gelen mekân yazım biçimi.



2. Saat gibi olup, tarih, gün, mevsim gibi terimleri de gösteren saatten daha kapsamlı alet.



3. Kronografın üzerindeki tarih. (Her zaman kronografın üzerindeki tarihi gösterir.)



4. Birbirine ip veya halat ile bağlı iki/üç toptan oluşan av aleti.

modal aç
modal aç
modal aç