Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left7.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@rakuusha
Pangnar 23/4M762, Louma-A3

İnde olanlar beni iyice yormuştu. Daha yeni uyanmama rağmen tamamen bitkin düşmüştüm. Belki de zamanda yaptığım yolculukların yan etkisiydi. Kulübeye girer girmez yere serildim. Ağır bir yorgunluğun eşliğinde uykuya daldım. Uyandığımda saat 09:12'ydi. Üstüm çıplak, öylece yerde yatıyordum. Hemen randevu geldi aklıma. Lilionna ile herhangi bir saat belirlememiştik.

Kendime çeki düzen verip en az kirli olan kıyafetimi giydim. Nehrin kenarına gidip saçlarımı yıkadım. Malum saç uzun olunca daha kirli görünüyordu. Hissettiğim utanç, elimdeki yaradan daha çok acıtıyordu. Yırttığım tişörtün bir parçasını elime sardım. Lilionna'nın konağının yolunu tuttum. Lilionna'nın verdiği izin bilekliği sayesinde halkalar arasında geçiş sağlayabiliyordum. Malum, o asillerden biriydi.

Konağa yaklaştıkça içimdeki utanç ve heyecan artıyordu. Konağa vardığımda kapıdaki hizmetkarlarla konuşmaya çalıştım. Ben daha bir şey demeden hizmetkarın biri önüme 7 gümüş attı, "Hadi defol!" dedi. Kolumdaki bilekliği gösterdim. Ben dilenci değilim demek istedim, ama ağzımı açtığım an, "Ne duruyorsun be adam defolsana! Köleler köşke giremez!" deyip 2 gümüş daha attı. Ne düşünüyordum ki zaten. İçimi umutsuzluk ve karamsarlık doldurmuş bir şekilde arkamı dönüp konağın bahçe kapısına doğru yöneldim.

Arkamdan kapının açıldığını duydum. Utancımdan bakamadım bile. Kapı sesinin hemen ardından şiddetli bir tokat sesi geldi. İstemsizce kafamı çevirdim. Kapıya baktığımda Lilionna'nın hizmetçiye tokat attığını gördüm. Hizmetçi, "Özür dilerim hanımım." diyerek konağa girdi. Lilionna arkamdan bağırarak bana doğru geliyordu: "Aola! İçeri gelsene." Ben tam ağzımı açıp: "Ama" diyemeden elimden tutup beni konağa çekiştirdi. "Hadi gel içeride konuşalım." diyerek. Hizmetkarın nefret dolu bakışları içimden geçiyordu adeta.

Konağın içine girdiğimizde elimdeki kanlı tişört parçasını fark etti. Kısa bir süre dehşete kapılarak "Eline ne oldu?" diye sordu. "Bir şey değil küçük bir kaza oldu sadece." Dedim yarayı gizlerken. Soğukkanlılığını takınarak hemen yakınlardaki bir hizmetkara temiz bandaj ve ilk yardım malzemeleri getirmesin söyledi.

Lilionna'nın telaşı yüzünden konağa bakamamıştım. Baktığımda fark ettim ki hayatımda gördüğüm en muazzam mekandı. Her yerde ışıltılı takılar, süslü lambalar, değerli mücevherler vardı. Cennetin yer yüzündeki tanımı gibiydi.

Kısa süre sonra bir hizmetkar gelip elimdeki tişört parçasını açarak yarayı temizleyip temiz bir bandaj ile tekrar örttü. Hizmetkarın işi bittikten sonra Lilionna beni diğer elimden tutup üst kata çıkarttı. Tahmin edemeyeceğim kadar iyi kalpli biriydi.

Görkemli bir kapının önüne geldik. Bana beklememi söyleyip içeri girdi. Yaklaşık 5 dakika sonra elinde muazzam bir takım elbise ile çıkageldi. Kıyafetin sadece tek bir düğmesinin fiyatı bile benim hayatımda sahip olduğum tüm paradan fazla olduğu belliydi. "Hadi değiştir üstünü, böyle gidemeyiz." dedi. "Ben bunu kabul edemem." dedim titrek bir sesle. "Babamdan özellikle senin için aldım." dedi. "Özür dilerim ben bunu giyemem." derken kapı açılıverdi. İçeriden uzun boylu, heybetli bir adam çıktı. Babası olduğundan adım gibi emindim.

Adam beni gördüğü an oyun arkadaşı bulmuş bir çocuk gibi sevindi. Gözlerinin içi gülüyordu resmen. Ansızın gözünden birkaç damla yaş aktı ve gülümseyerek bana dedi ki: "Şu haline bak." "Huzurunuza böyle çıktığım için özür dilerim efendim." deyip kafamı eğdim. "Kaldır kafanı." dedi gülümseyerek. "Kimin huzurunda olduğunu bilmiyorsun. Hadi verdiğim kıyafeti giy de kızımın yanında onu kötü gösterme." dedi. Adam o kadar güzel bakıyordu ki bana. Öl dese ölebilirdim.

"Efendim kıyafeti tek bir şartla alırım." dedim. "Ne istersin delikanlı?" dedi. "Adınızı öğrenmek isterim efendim." diyerek adını sordum. Bana: "Aexhorenas, benim adım Aexhorenas delikanlı." dedi. Hayatımda duyduğum en ilginç isim diyebilirim. Teşekkür eder bir biçimde başımı eğdim ve utana utana kıyafeti kabul ettim.

Kıyafeti giydim ve Aexhorenas'ın yanına gittim. "Güzel görünüyorsun evlat, hadi git bekletme kızımı." dedi. "Teşekkür ederim efendim." Dedim ve malikaneden çıkmak üzere arkamı döndüm. "Ehm! Bu arada..." diye seslenerek ceketimin sol cebini işaret etti. Elimi cebe attım, ceketin cebinde 40 altın ve küçük bir not vardı: 'Afiyet olsun!' Tam itiraz etmek üzere ağzımı açıp Aexhorenas a döndüm, bana susmamı işaret ederek göz kırpıp bir şey demeden arkasını döndü. Ben de hiçbir şey diyemedim.

Konağın bahçesinin yolunu tuttum. Lilionna beni bahçenin önünde bekliyordu. Üzerinde orta boy etekli kırmızı, çiçek desenli bir elbise vardı. Kafasındaki siyah şeritli küçük kırmızı bir şapka ve parlak topuklu ayakkabıları ile muazzam gözüküyordu. O kadar güzeldi ki mutluluktan ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Pangnar 23/4M762, Louma-A1

Lackroim adında çok lüks bir restorana vardık. Birbirinden prestijli insanlar, havada uçuşan finansal sohbetler, yatırımlar... Merkezden uzak kenarlara doğru bir masaya oturduk.

Kısa bir süre sonra bir garson yanımıza gelip ne yemek istediğimizi sordu. Lilionna ismi garip bir yemek söyledi. Söylediği yemeğin adını ya da neye benzediğini bilmiyordum yine de pahalı bir şey olmadığını umarak ben de aynısından söyledim. Her yanımdan gerginlik fışkırıyordu. "İyi misin?" dedi Lilionna. "Pek fazla kalabalık ortamlarda bulunmam da." dedim. Bana bakıp güldü, ben de ona bakıp güldüm.

Fazla zaman geçmeden garson elinde iki tabak ile geldi. Et yemeğiydi. En azından bildiğim bir şey olduğum için mutluydum. Önümde çatal ve bıçak vardı. Nasıl yiyeceğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Lilionna muazzam bir asalet ile yemeğini yerken ben öylece bekliyordum. Çatalı önümdeki kocaman et kütlesine batırıp ağzıma götürmeye çalıştım. Lilionna bana bakıp gülmeye başladı. Tam o sırada utançtan dikkatim dağıldı ki etin suyu kıyafetimin üzerine aktı düştü.

Nasıl oluyor da yere ya da masaya değil de kıyafetimin üzerine akıttım bilmiyorum. Lilionna pek aldırış etmedi, "Lavaboya git de temizle." dedi gülümseyerek. Ben lavaboya giderken arkamdan güldüğünü hissedebiliyordum.

Üstümü su ile sildim. Elimi kurulamak için pantolonuma sürttüğümde cebimdeki kronografı hatırladım. Sonra neden olmasın dedim kendi kendime. Elimdeki bandajı açmadan altındaki yarayı biraz deştim, bu biraz acı vericiydi. Kanı kronografa döküp bütün zihnimi yemeğin masaya geldiği ana odakladım. "Xly" görüşüm daraldı, beynim ağrımaya başladı. Düşme hissine kapıldım. Geçen seferkine kıyasla daha hafifti. Gözümü açtım. Lilionna yemeğini yiyor, ben ise elimde çatal ve bıçakla tabağa bakıyordum. Artık hoşuma gitmeye başlıyordu. Sanki istediğim her şeyi yapabiliyormuşum gibi.

Ondan sonra o tabaktaki yemeği düzgün bir şekilde yiyebilmek için yedi kere geri dönmem gerekti. İlk birkaç tanesinde kendimi rezil edecek olsam da gidip insanların nasıl yediğini izledim. Ne de olsa hatırlamayacaklardı. Lilionna şaşkına dönmüştü, hayatında hiç restorana gitmeyen birinin böyle yemek yemesi... E tabi kim olursa yedi kere denedikten sonra yapabilirdi.

Yemeği bitirdikten sonra lavabo için müsaade istedim. Lavaboya gidip ellerimi ve yüzümü yıkadım. Kafamı kaldırıp aynaya baktığımda siyah düz saçlarımı ilk defa o kadar düzenli gördüm. Ama dikkatimi çeken o değildi. Arkamda duran bir silüet(6) vardı. İçimi korku ve merak kapladı.

Arkamı döndüm ve bir adam olduğunu fark ettim. Elleri arkasında, bana bakıyordu. Uzun sakalı, kel kafası ve üzerindeki cübbe ile, görünüşü bir keşişi andırıyordu. "Sen" dedi. "Sen evlat, zapt ediliyorsun. Zincirlerini kır." ve adam yok oldu. Şaşkına dönmüştüm. Kronograf büyüsüne benzemiyordu, adam ne söz söyledi ne de ortaya bir ışık çıktı. Göz açıp kapayıncaya kadar yok oldu. Belki de çok fazla kan kaybettiğim için ya da kronografı çok fazla kullandığım için halüsinasyon görüyordum.

Fakat adamın söylediği sözler aklıma takıldı: "Zapt ediliyorsun, zincirlerini kır."


6. Bir nesnenin yalnızca kenar çizgileriyle ve tek renk olarak beliren görüntüsü.
modal aç
modal aç
modal aç