Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left8.
Bölüm
keyboard_arrow_right

Bilinmezlerin Gölgesinde

@yasinakn
Kendi tercihleri diyerek umursamamazlık yapmak değildi amacı ama bir yola çıkmıştı ve sonucu ne olursa olsun devam etmek istiyordu. Bu uğurda bir eli ve bir kolu gitmişti ve bu kadar ilerlemişken dönmek istemiyordu. Aslında sadece Tuilyn çok yol kat ettiklerini sanıyordu, aslında maceraları daha yeni başlıyordu.

Savaş vakti geldi Joyina.

"Savaş vakti geldi Tuilyn" Joyina farkında olmadan konuşuyordu. Transa geçmişti sanki.

Hazırsın artık.

"Hazırım artık." Joyina konuşuyordu ama kısık sesle olduğu için Tuilyn yine yeni bir icat hakkında düşündüğünü sanıp umursamadı fazla. Zaten Tuilyn kendi rüyasının peşinden koşmak harici ne yapmıştı bu dünya da? Ben varım demiş miydi hiç? Hayır, zengin bir aile de büyüyüp, rahat bir çocukluk geçirmişti. Zorluk adına hiçbir şey görmemişti. Anne ve babası Uğaraman Devleti' nin yasaları gereğince, ona hayatı boyunca yetecek bir servete ulaştıkları zaman idam edilmişlerdi. Uğraman devletince bir aile çocuğuna hayatı boyunca yetecek kadar mal mülk sahibi olduysa, çocuğun ailesine ihtiyacı kalmadığına karar verilip idamına karar verilir. Bu bazı çocukları ciddi anlamda etkileyip sorunlara yol açsa da, Tuilyn bu durumu pek umursamamıştı. Zaten ailesiyle hiç görüşmezdi idamları gerçekleşmeden önce. Hatta idamlarına ve şatoya yakacak olarak götürülme törenlerine bile katılmamıştı, o kadar kopuk bir ebeveyn çocuk bağları vardı. Ailesinden kalan parayı da zaten, kısa zamanda saçma sapan şeylere harcayarak bitirmişti, eğer Apreal olmasa büyük ihtimal açlıktan ağzı kokan sefil bir dilenci olurdu.

-----------

" Apreal, bugün seni biriyle tanıştıracağım. Artık sende yalnız kalmayacaksın, arkadaşın olacak beraber konuşup hikayeler, uydurursunuz." o konuşurken yolun sonunda Tuilyn ve babası görünmüştü. Tuilyn' i görünce Apreal' ın babasının yüzü güldü. Aslında Apreal' ın babasının amacı tabii ki oyun falan değildi. Çocuğunun zengin bir aileyle dostluk kurması demek hayatının kurtulması, onun gibi sersefil perişan bir halde hayatını geçirmemesi demekti.

Tuilyn ve babası sonunda yanlarına gelmişti. Karşısında duran çocuk diğer çocuklardan garipti. Gözleri daha önce hiç görmediği şekilde sapsarıydı. Aynı şekilde saçları da sarıydı. Böyle bir çocuk ilk kez görüyordu, yoksa onlar farklı bir ırktan mıydı?

"Hadi siz birbirinizle tanışın bizde babanla tanışalım." Dedi Apreal' ın babası Tuilyn' e doğru eğilerek. Tuilyn ve Apreal' ın babası yanlarından uzaklaşırken, birbirleriyle kalan iki çocuk ne yapacaklarını bilmeden öylece sokağın ortasında birbirlerine bakıyorlardı. Bu suskunluğu Tuilyn bozdu.

"Hadi gel intihar çukuruna gidelim."

----------

Aslında Apreal' ın babası Apreal için önemli bir yaşam kaynağı bulduğunu sanarken, tam tersi olmuş Apreal Tuilyn' e destek olup hayatta tutmuştu. Aslında şu an bile Apreal olmasa belki Joyina Tuilyn' i bırakır orada, dönerdi geri. Hiç öyle sırtına alıp taşımakla falan uğraşmazdı ki zaten taşıyacak gücüde yoktu Joyina' nın. Joyina' nın yapısına eklenen maddeler toprak ve suydu. Toprak maddesi eklenmiş iki denekten biriydi Joyina. Diğer denek daha embriyo halindeyken iki hafta sonra ölmüştü. Joyina bu yönden fazla şanslıydı belki de.

Şanslı mı? O bize lazım.

Joyina duyduğu seslere aldırış etmemeye çalışıyordu artık çünkü ne kadar takarsa kafasına o kadar artacaktı biliyordu.

"Ne kadar kaldı yolumuz bilen var mı?" Diye sordu Joyina. Artık kahinler geçidine ulaşıp, Tuilyn' nin rüyası hakkında somut bir şeyler öğrenmek istiyordu.

"Kutup yıldızını takip ederek ulaşacağımızı söylemişti tüccar. Su kaynaklarında doğru söyledi bunda da doğru söylemiştir herhalde." dedi Apreal arkadaşlarını boşu boşuna yanlış bir yolda götürmediğini umarak.

"Ooo Apreal! Beni unuttun galiba?" Yine o gelmişti, sülük gibi sırtına yapışmıştı sanki ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın kurtulamıyordu. Nerede olursa olsun buluyor, yakalıyordu Apreal'ı. O kim miydi? O tabi ki tüccardı. Alkış lütfen, lütfen. Satranç oynamaya bu kadar hevesli birisini görmek göz doldurucu.

"Unutmama fırsat verirsen belki unuturum." Apreal yılgın bir şekilde tüccarın oluşturduğu sandalyeye oturup önündeki masaya yaslandı.

"Sana bir şey soracağım. Bugün eğer kazanırsam bana glopi pulu verme de beni ve arkadaşlarımı kahinler geçidine ışınla çünkü bu gidişle biz bulamayacağız." Dedi Apreal kabul etmesini ve tabii ki bugün kazanmayı umarak. Tüccar hiç tereddüt etmeden cevabını verdi.

"Neden olmasın bana fark etmez. Ayrıca zaten kazandığın mı var beceriksiz!" Apreal' da farkındaydı kazanamayacağının ama yine de bir umut denemek istiyordu. Apreal tam elini taşlara götürüyordu ki tüccar onu durdurdu.

"Yo yo yo bu el sen kural değiştirdin bende değiştirebilirim. Ben de kural değiştirip taşlara dokunmadan oynamamız gerektiğini ekliyorum." Apreal şaşkın şaşkın tüccara bakıyordu. Böyle saçma şey olamazdı, mantık bunun neresindeydi ?

"Ama senin benimkinde kabul edip etmeme şansın vardı, benim niye yok?" Haklıydı Apreal adalet bunu gerektirirdi ama tabii tüccar ne kadar isterdi adaletli olmak onu bilemiyordu.

"Sen sordun ben kabul ettim. Artık kural değişti bu el. Şimdi bende bir tane değiştirme hakkımı kullanıyorum!" Tüccar kesinlikle karaktersizin önde gideni diye düşündü içinden Apreal. Peki bu durumda ne yapmalıydı? Ellerini kullanmadan nasıl oynayabilirdi taşları? Oynayamazdı otomatikman yenilmiş sayılırdı şu an, yapabileceği hiçbir şey yoktu. O oynamasa dahi tüccar telepati yoluyla hareket ettirebiliyordu taşları.

"Pes ediyorsun galiba?" dedi tüccar iğrenç sırıtışını yüzüne yerleştirerek.

"Mecbur bırakıyorsun." Apreal çaresizliğine sinirliydi ama her şeyden önce, en başta bu anlaşmayı kabul ettiği için kendine kızıyordu. Nasıl böyle bir belayı başına açardı? Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Kendini affetmeyeceği nadir durumlardan birisiydi bu. Sırf para uğruna başına açtığı dertlere yanıyordu içi.

"Sizi ışınlarım yine de ama bir şartım var." Şartın nedir diye sormaya bile çekiniyordu ama sormazsa da cevabını alamazdı, mecbur konuştu.

"Söyle uzatma!" Diyerek bağırdı Apreal. Sinirlerine hakim olamıyordu. Daha kibar olabileceği bir ruh hali yoktu Apreal' ın, elinden gelse orada boğardı tüccarı.

"Eğer kazanırsan sana glopi pulu vermeyeceğim ki zaten kazanamıyorsun ve..." Ve ne? Ve ne?

"Ve ne? Devam etsene!" Tüccar sinsice sırıtarak konuşmasına devam etti.

"Söylemeyeceğim. Böyle bir durumda bile arkadaşın için risk alacak mısın? Hem de bana karşı." "Hem de bana karşı. " cümlesi bile aslında tüccarı özetliyordu. Tüccarın aklından geçen kurnazlıkları kimse tahmin edemezdi ve bundan çok korkuyordu Apreal ama bu gidişle kahinler geçidine asla varamayacaklarının da farkındaydı. Düşünmenin manası olmadığını fark etti. Maalesef ki bazı durumlarda mantık işe yaramıyordu.

"Tamam kabul ediyorum ışınla bizi oraya." Tüccar zevkten dört köşe olmuştu. Gözlerinin attığı bakışlardan bile yaptığı planların ne kadar sinsice olduğu belli oluyordu.

"Bilinmeyen şartı merak ediyorsundur. Söyleyeyim mi?" tüccar Apreal' ın bu çaresizlik halinden zevk alıyor, onunla oynuyordu.

"Söylemeyeceğim. Zamanı gelince yaşa ve gör." Diyerek sinsi bakışlar attı Apreal' in yüzüne. Sanki ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışıyor. Çektiği acıyla sadist duygularla zevk alıyordu.

"Hadi neyse sözümü tutayım ben. Tamam kurnaz ve çıkarcı biriyim ama sözümü tutarım." tüccarın cümlesi bittiğinde Apreal ve arkadaşları kendilerini yere kapaklanmış bir halde buldular. Sanki yüksek bir yerden yüz üstü çakılmışlardı. Ayağa kalkıp, üstlerini temizledikten sonra etraflarına baktıklarında fark ettiler ki garip bir kapının önündeydiler. Kapının girişinin sağında, ayakta durarak tasvir edilmiş bir heykel duruyordu. Sağ elinde bir kitap vardı, sol eliyse sanki sayfalarını karıştırıyor gibi duruyordu. Kafası direkt olarak karşıya bakıyordu ve hissiz bir yüz yapılmaya çalışılmıştı heykele. Üstünde kıyafet yokmuş gibi dursa da uzun bir elbise varmış hissiyatı verilmek istenmişti. Apreal ve arkadaşları ne yapacağını bilmez şekilde etraflarına bakındılar ama etrafta tek tük var olan obsidyen ağaçları ve tozdan başka hiçbir şey yoktu. Nereye geldiklerini anlamaya çalışıyordu Tuilyn ve Joyina ama Apreal geldikleri yerin farkındaydı.

"Kahinler geçidine hoş geldiniz arkadaşlar." diyerek eliyle kapıyı gösterdi.

"Peki ama biz buraya nasıl geldik ve sen nereden biliyorsun buranın kahinler geçidinin girişi olduğunu?" Tuilyn bu olanlara şaşkınlık içerisinde kalarak, Arpeal' dan bir cevap bekliyordu. Garip olan olayın kahramanı kendisiydi ama her şeyin cevabını Apreal' dan bekliyordu. Belki de böyle bir macera için yeterli değildi ve boşu boşuna arkadaşlarını da peşinde sürüklemişti. Başta bu maceranın kolay olmayacağını tahmin etmişti ama her şey hiç tahmin etmediği kadar zordu. Artık geri dönelimde diyemezdi. Üzerinde ki baskı artıyordu her geçen gün, her atılan adım.

Apreal tam cevap vermek için ağzını açacaktı ki, yanlarından gelen daha kalın bir sesle susturuldu Apreal.

"Büyücü, tüccar Malkifortis' in bizden aldığı izin doğrultusunda buraya ışınlandırıldınız." Herkes sesin geldiği yöne doğru kafasını çevirdiğinde, konuşan kişinin az önce gördükleri heykel olduğunu fark ettiler.

"Ne? Ne? Heykel konuştu mu?" Joyina' nın beyni artık bunları kaldıramıyordu. Hiç bir kitapta konuşan heykellerden falan bahsedilmemişti. Olamazdı, olamazdı işte. Büyü , sihir, olamazdı. Evren sanki inatla büyüye inanması için onu zorluyordu.

Hayır Joyina evren değil biz zorluyoruz.

"Evet dışlanan ırkın çocuğu, ben konuştum." Joyina kendini iyi hissetmiyordu. Bunca şeyi kaldıramıyordu. Bunca farklılık, inandığı tabuların birer birer parçalanması. Fazla geliyordu artık.

"Tamam bırakın heykeli de içeriye nasıl gireceğiz onu bulalım." Dedi Apral ama Tuilyn' in sanki hiç umurunda değil gibiydi. Tuilyn küçük bir kayanın üstüne oturmuş obsidyen ağaçlarınadan başka hiçbir şey görünmeyen boş araziyi izliyordu. Sanki bu macera onun değil Apreal' ın macerasıymış gibi davranıyordu. Joyina' nın durumu zaten malumdu. Delirmediyse de delirmek üzere gibiydi. Tabii Apreal Joyina' nın durumunun farkında bile değildi. Sadece basit düşüncelere daldığını sandı. Yeni bir icat düşünürken daldığı gibi

Heykel ilk baştaki konumuna geçmiş hareketsiz bir şekilde duruyordu. Az önce konuşmuştu da şimdi neden konuşmuyordu? Aklına takılmıştı Apreal' ın ama kafasını kurcalayan daha büyük sorunlarda vardı Apreal'ın. Joyina neden bu kadar sessizdi? Neredeyse hiç konuşmuyor, aç kalıyor ve sadece ölmeyecek kadar su içiyordu; ama neden? Neyi vardı? Normalde sürekli zekasını ve bilgisini konuşturur, yeri geldiğindeyse hiç susmazdı.

Joyina bir yana Tuilyn' de çok normal değildi. Maceralarının başındaki o hevesli ve istekli kişi gitmiş, sanki pes etmiş ve tereddütlü birisi gelmişti.

"Kapıyı nasıl açabiliriz acaba fikrin var mı?" dedi Apreal Joyina' ya bakarak ama Joyina' nın kafası orada değildi, başka şeylere dalmıştı. Tuilyn zaten anlamsız bir şekilde umursamazca davranıyordu.

"Bulmacayı çözerek, iyi dost." Bu konuşan kişi, kaç dakikadır hareket bile etmeden duran heykeldi.

"Hangi bulmacalar?" Diye merakla sordu Apreal. Maalesef ki hiç bir yerde bulmacaya dair bir ipucu göremiyordu. Heykel elindeki kitabı bir kaç sayfa karıştırdıktan sonra, Apreal' a çevirdi.

"Bu bilmece seninkisi yürekli çocuk ama dikkat et. Her verdiğin yanlış cevabın saçmalığıyla eş orantılı olarak ömründen de yıllar eksilecek." Demek kahinler geçidine girişin tek yolu buydu. Aslında düşündüğünden daha da karmaşık ve zordu. Kitaba yaklaşıp bilmeceyi okumaya başladı.

Gözlerinin renginden bir parça vardır,

Sanma yandı yüreğin ateş olsa yârdır.

Yüzünü gördün perçem gibi olmuş.

Hafızanda kalmasa da senle anlam bulmuş.

İşte buna şapka çıkartırdım, tabii şapkam olsaydı, dedi içinden Apreal. Tuilyn' e baktı, hiç oralı değildi. Joyina' ın bu tavırlarını anlayabilirdi bir nebze olsun. Sonuçta o Tuilyn için buradaydı ama ya Tuilyn? Neden böyle yapıyordu? Geri mi dönmek istiyordu? Pes mi etmişti? Amacı neydi?



-----------

Sizce bulmacanın cevabı ne olabilir? Bilebilen çıkacak mı diye merak içerisindeyim.

modal aç
modal aç
modal aç