Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left7.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@yasinakn
Şarkı Önerisi: Omnia- The Sheenearlahi Seti

-------

"Tuilyn! Tuilyn!" gözlerini açmıyordu Tuilyn. Apreal ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Acaba bu maceranın kaderini kendi belirleyip, son mu vermeliydi yoksa ellerinde kalan son suyu da Tuilyn belki uyanır diye kafasına mı dökmelilerdi?

Her zaman arkadaşlarının yanında ol oğlum

Babasına söz vermişti, ölüm olsa dahi ucunda, arkadaşına destek olacaktı. Kemerine sıkıştırdığı matarayı eline alıp kapağını açtı; ama direkt olarak suyu dökmeye mantığı el vermiyordu. Birisinin kendine gelmesi için üç kişinin ölmesini göze almak...

"Baba sen ne yapardın yardım et." Gökyüzüne baktı bir çare ararcasına. Hiç bir şey olmayınca Joyina' ya döndü. Joyina sen bilirsin dercesine elini sallayıp, haritayı incelemeye geri döndü. Belli ki rotalarını en doğru şekle getirmeye çalışıyordu ama elindeki harita sahte bölgeye kadardı. Sahte bölgeden sonrasını göstermiyordu.

Sahte bölge Uğaraman devleti tarafından varlığı kabul edilmeyen bölgeydi ve sahte bölgeye geçenlerin bir daha geri dönmesi yasaktı. Devlette bu yüzden insanları kandırmak istercesine ismini sahte bölge koymuşlardı. İnsanlara sanki dünya küçücük bir ülkeden ibaretmiş gibi hissettirmek istiyorlardı. Nedenini ise Kral III. Needus ve konseyinden başka kimse bilemezdi.

Apreal anlık bir kararla, mataranın dibinde kalan bir yudumluk suyu Tuilyn' in yüzüne döktü; ama hiç bir tepki vermiyordu Tuilyn. Sarstı, hatta tokatladı ama hiçbir tepki alamıyordu Tuilyn' den. O zaman iş başa düşmüştü. Apreal Tuilyn' i omzuna alıp yola Tuilyn' i sırtında taşıyarak devam etmeye karar verdi.

Joyinaaa. Savaş yakın. Savaş başladı. Kaçamazsın, kazanamazsın, SAVAŞAMAZSIN!

Joyina artık yeter diye bağırmak istiyordu. Tamam inanıyorum rahat bırakın diye yalvarmasını mı istiyorlardı acaba? Aslında hala ya gerçek değilse ben deliriyorsam demiyor da değildi . Gerçi artık düşünmeyi bırakmış, huzuru arar olmuştu. Üç günlük macera insanı bu kadar değiştirmemeliydi. Burada olması hata mıydı? Hataydı, büyük bir hata. Şehirde kalsa ne olacaktı? O zamanda hata yapmış olacaktı. Şehirde dünyanın en iyi yeri değildi. Joyina o an fark etti ki, dünya hiç iyi bir yer değildi. Dünya da olmanın amacı neydi? Yaşamak... Bir gün ölmeyi bekliyordu aslında herkes. Ayaklanan Apreal' a baktı. Hala umutla Tuilyn' i oraya ulaştırmak isteyerek, sırtlamış yürüyordu; ama ne anlamı vardı bunca şeyin? Sadece biraz huzur istemek bile suç olmamalıydı... Joyina bu düşüncelerle üç yüz yirmi yılda oluşan sağlam karakterini, üç günlük bir macerada parçalara ayırmıştı. Tüm kaleler birer birer düşerken, sağlam sandığı surlarında delikler açılıyordu birer birer.

Joyina kendini kemire kemire, Apreal' sa Tuilyn' i taşımanın verdiği zorlukla terleye terleye, yarım gün yol gittiler. Sonra bir yarım ve bir yarım gün daha. Büyücü geldi, satranç oynadılar. Yine yenildi ama bu sefer direnerek ve devam ettiler yollarına. İki yarım günlük yol daha gittiklerinde karşılarında belirsiz silüetler halinde ağaçlar belirdi, hem de yakılabilir maddeden oluşan ağaçlar.

Ağaçları gören Apreal sevinçle ve hevesle koşturmaya başladı ağaçlara doğru çünkü masallarda anlatıldığına göre bu ağaçlar su olmadan yaşayamıyorlardı, obsidyen ağaçları gibi. Yani ağaç varsa su da vardı, yaşam da vardı. Neredeyse üç gündür su içmiyorlardı ve susuzluktan ölmek deyimini gerçekleştirmek üzereydiler.

Apreal koşturuyordu ama Joyina bu yorgunluk ve susuzlukta bile tedbirliydi. Apreal' ın arkasından bağırmaya çalıştı sesi yettiğince.

"Dur Apreal serap olabilir enerjini harcama." Joyina istediği kadar bağırsın ama Apreal Joyina' yı duyacak halde değildi. Zaten serap ne onu da bilmiyordu, bu güne kadar hiç böyle bir durumda kalmamıştı.

Joyina arkasından izlerken Apreal çoktan varmıştı hedefine. Ağaçlar diyerek basite indirgediğime bakmayın sevgili okurlar aslında koca orman burası ama tabii kahramanlarımız hiç farkında değillerdi; ama tek fark etmedikleri şey bu da değil dahası da vardı...

Apreal Tuilyn' i kenara bırakıp, herhangi bir su kaynağı aramaya başladı. Ormana doğru adımlamaya başlarken, duyduğu garip bir sesle durup etrafına bakındı. O seste nereden gelmişti?

"Benden onurlu adam." Derken kendini belli etmişti ağaçlarının yapraklarının arasında saklanan elf, dallardan kendini sarkıtarak aşağı inerken. Joyina anca yetişmişti Apreal' a ve nefes nefese kalmış öksürüyordu.


Apreal' ınsa kafası karışıktı. Bu da kimdi? Nasıl bilebilmişti aklından geçenleri?

"Ben her şeyi bilir, görür, hissederim." Joyina kafasını kaldırdığında oluşan şaşkınlığını gizlemeye çalışmamıştı bile. Dizlerinin üstüne çöküp saygı göstermeye çalıştı ama elf kalkmasını işaret etti.

"O bir elf Apreal, kutsal ırk, arı ırk, antik çağlardan bu zamana dek gelebilen tek gerçek ırk." Apreal hala pek bir şey anlamamıştı ama karşısındaki canlının farklılığını hissedebiliyordu. Kıyafetleri beyaz ve tonlarından oluşmasına rağmen tek bir kir, pislik yoktu, bataklıkvari bir yerden gelmesine rağmen. Gözlerinin maviliği ruhunuza işleyecek derecede açık ve ferahlatıcıydı. Beyaz ve pürüzsüz cildi, Apreal kadar bakımlı birisini bile kıskandıracak derecedeydi. O kadar farklı görünüyordu ki erkek ya da kadın diyemiyordunuz karşınızda gördüğünüz varlığa. Mistik bir güzellikti bu. Her şeyin anlamı gibiydi. Yoksa! Tuilyn' in rüyası!

"Hayır benim alakam yok Tuilyn' le. Onun rüyasına ulaşmanız için önünüzde uzun bir yol var."

"Yani gerçek mi? Rüyasında gördüğü şey gerçek mi?" Joyina sormadan edemedi kendisini. Şaşkındı, evet yanlarında gelmişti ama sadece arkadaşına destek olmak değildi amacı. Sesli olarak dile getirmese de, hatta aklına bile getirmek istemese de yalnız kalmak istememişti.

"Evet ve hayır." İkisi de soru soran gözlerle elfe bakarak cevap aradılar.

"Ben size cevap veremem, kaderinizi kendiniz çizmeli, bilmeceleri çözmelisiniz. Bu yolda Apreal kendine dikkat et ve sen Joyina içindeki karmaşadan faydalanıp hata lüksü bulma kendinde!" Elf konuşması bitince Tuilyn' e çevirdi kafasını. Ne üzgün gibi bakıyordu ne şefkatle, ne de sinirle. Sanki bir heykelmiş gibi ruhsuz ve donuk bakışları vardı.

"Arkadaşınızı kurtarabilirim ama kolunu kesmemiz gerek. Sorabilirsiniz belki peki kesmeden kurtaramaz mısın? Evet kurtarabilirim ama o bu yola çıkarken her şeyi göze alabileceğini düşündü ve bunun bedelini çekmesi gerekiyor; çünkü sizi de tehlikeye attı ve buna biz elfler bencillik diyoruz. Bencilliğin bir cezası olmalı ve şu an kolu, öncesinde eli, sonrasını göreceksiniz." İkisi de hiçbir şey diyemedi elfe, sanki ilahi bir güç itaat etmelerini emrediyordu. Elf kemerinin sağına taktığı bıçağını çekip Tuilyn' e doğru yaklaştı. Ne biliyorlardı tanımadıkları birisine güvenebileceklerini? Neden güveniyorlardı? Karşı koymaya sanki güçleri yoktu çaresizce bekliyorlardı sadece.

Elf bıçağıyla hiç zorlanmadan Tuilyn' in kolunu omuz hizasından kesti. Garip bir şekilde ne kan akmıştı ne yara izi vardı, sanki aslında hiç kolu olmamıştı Tuilyn' nin, aynı eli gibi. Kesik izi ve yara yoktu. Kesilen yer deriyle örtülmüştü. Şaşırtıcı olan bıçağa bile kan bulaşmamıştı.

"Bunu nasıl yaptın ? Yoksa sende mi büyücüsün?" Joyina' ya bir bakın daha şu kısacık maceralarına başlamadan önce inatla büyüyü reddederken, artık birilerini büyücü olmakla yargılar olmuştu. Evet hala büyüye kesinlikle inanıyor değildi ama artık ördüğü o duvarları yıkmış, daha doğrusu yıkılmıştı.

"Büyünün varoluş nedeni biziz." Dedi elf o sanatsal duruşunu bozmadan. Sonra Apreal' a doğru yaklaştı iki adım.

"Kader oyununda büyük rolün var. Kader ağlarını örüyor ve örümceklerini üstünüze salacak. Hazır ol." Dedikten sonra elf ormana doğru girip gözden kayboldu. Elf gözden kaybolduğunda Tuilyn gözlerini açmıştı.

"Sonunda kendine gelebildin dostum, nasıl hissediyorsun?" Tuilyn önce etrafına bakındı. Sonrasında kendine gelmeye çalışarak, doğrulmak istedi ama kolunun olmadığını fark etmeyen Tuilyn sağ tarafına doğru yere yığıldı.

"Ne oldu bana? Bu ne böyle? Koluma ne oldu? Ne oluyor?" Apreal arkadaşına destek olarak doğrulmasına yardımcı oldu ve başından geçenleri anlattı teker teker. Tuilyn az çok hatırlıyordu Kumbyk' in ihanetini ama sonrası kayıptı gözünde. Hata mıydı bu macera? Arkadaşlarını büyük bir belaya mı sürüklemişti? Hepsinin ölümü onun suçu mu olacaktı?

Tuilyn onca yaşadığı şokun ve kaç gündür yaşadıkları onca şeyden sonra, soruların onu kemirmesine yardım ederken, Joyina ve Apreal kısa bir arayışdan sonra buldukları bir su göletinde, tüm mataraları suyla doldurup, hazırlıkları tamamlayınca yola koyulmaya hazırdılar; ama Tuilyn aynı fikirde değildi.

"Ben sizi tehlikeye attım. Saçma sapan şeylerin peşinden giden bir hayalperestim, aptalım!" Tuilyn' in moralmen çöktüğü her halinden belliydi. Bu ne kolunu kaybetmesi ne de elini kaybetmesiyle alakalıydı, ne de yolculuğun zor olmasıyla alakalıydı.



------------

"Tuilyn, geri dön, senin gebe olduğun mutluluklar acı doğuracak." karşısından gelen varlığı tanımıyordu ama bu peşinden koştuğu kişi değildi farklı birisiydi, hissedebiliyordu.

"Nasıl yani? Ne yapmam gerekiyor?" Karşısındaki varlık yürümeyi bıraktı ve konuşmasına devam etti.

"Geri dön, arkadaşların senin için geliyor. Yoksa kim böyle bir şeye inanır!" Karşısında ki varlık belli ki ona düşünme fırsatı vermişti ama o mantığını değil kalbini dinleyecekti. Tuilyn hayatında ilk kez inat etmeyi, hırslı olmayı tatmıştı ve bu hislerden de pek vazgeçesi yoktu.

"Sana ne! Sen kimsin hem? Kesin benim düşmanımsın kaybol buradan!" Tuilyn' in bu sözlerinden sonra karşısındaki varlık arkasını döndü ve öylece beklemeye başladı. Bekledi, bekledi, bekledi...

"Sonunda kendine gelebildin dostum, nasıl hissediyorsun?"

-------------

Belki rüyasındayken sinirle terslemişti o varlığı ama "haklı mı?" sorusunu sormadan edemiyordu kendine. Arkadaşlarını tehlikeye atmamalı mıydı? Arkadaşları kendi seçmişti bu yolu sonuçta, kendi tercihleri diyerek umursamamalı mıydı?

------------

1. Sizce Tuilyn' nin rüyasındaki varlık neydi ya da kimdi?

2.Siz Tuilyn yerinde olsanız ne yapardınız?

modal aç
modal aç
modal aç