@yasinakn
|
"Aşkımm çok özlemişim seni." diyerek sarıldı beline sevdiğinin. Mutluluğu sorgularız ya bazen hani. Ya bittiğinde ne yapacağım diye. İşte o an onu bile düşünemiyordu, şu an felsefenin yeri değildi, sevdiğine kavuşmuştu. "Bana sorma tabi sen, asıl ben seni ne kadar özledim biliyor musun? Hıh" "Tribini seviyim" diye geçirdi içinden gülümseyerek. Ne güzel bir tabloydu iki aşığın kavuşması. Tuilyn ve arkadaşları imrenerek baktılar. Aslında daha çok Tuilyn imrendi diğerleri Tuilyn çocuksu haline bakıyorlardı. Sanki yolda köpük tatlısı görmüş bir çocuk gibi bakıyordu, tabii önündeki ağacı da fark etmeden. Neyse ki son anda Apreal çekti kenara da, baş ağrısından kurtardı onu. "Sizce bende böyle mutlu olabilecek miyim?" diye sordu arkadaşlarına gözleri parlayarak. Gözlerinden içindeki ateşin kavuruculuğu hissedilebiliyordu. Tuilyn acı çekiyordu çok belliydi. Evet belki neşesi hala yerindeydi ama bu onun çocuksu saflığıyla sonsuz bir umut denizinde yüzmesiyle alakalıydı. "Tabii ki olacaksın. Hatta sırf senin için Joyina resim yapmayı öğrenecek ki o anı ölümsüzleştirelim." diyerek kahkaha attı Apreal ama Joyina' nın tek bir yüz kası hareket etmemişti. Ne olacak ruhsuz taş kalp. "Merak etme ben bi icat yapacağım. Kendi çizecek resimleri, bize gerek kalmayacak." Joyina bu sözlerine karşılık olarak tebrik değil, aksine delirdiğini düşünürcesine şaşkınlık dolu bakışlar aldı. E tabii hiçbir zaman yeniliklere açık olmadı insanoğlu, kempkler(Besin zincirinin ortasında bulunan bu tür, tükürüklerinin havayla temas etmesi durumunda anında taşlaşması nedeniyle genelde zindanlar ve hapishanelerde köle olarak kullanılır. Zaten türlerinin tükenme tehlikesi içerisinde olmasının nedeni de budur.), cüceler, kaya tüftüfleri ve bilumum yaşam türleri. Aslında düşününce biraz, evrimin kutsallığı varken yeniliğe açık değiliz demek acımasızca mı oluyor? Bu bir paradoksa dönüşüyor gibi duruyor. En iyisi bu konuyu başka bir zamana bırakmak. "Siz her yaptığım icatta neden böyle bakıyorsunuz? Hayır başarınca da tebrik ediyorsunuz bide." Joyina hiçbir şey demedi. Ona inanılmamasına alışmıştı. Zaten en aşağılık ırk olarak gözüküyordu çevresince, belki de arkadaşlarınca da; ama şöyle de bir şey vardı ona inanmayan insanlara haklı olduğunu kanıtlamak onun hayatındaki en büyük mutluluktu. O yüzden şimdi susacaktı, yeri geldiğinde konuşacaktı. "Benim anlamadığım, sen nasıl anlaştın da hem maaş kesilmedi hem de icat vermeyeceksin krala."Kumbyk'in özgüveni Apreal' in omzundayken daha da artıyordu. Belki de dünyaya üstten bakmak onu mutlu ediyordur. "İcat vermeyeceğimi kim söyledi? Nasıl yaptıklarını hala çözemesem de ışınlanabiliyorlar. Hani sizin büyücü dediğiniz şarlatanlar sayesinde." Joyina' nın büyüye inanabilmesi için anca kendisinin de büyülü bir yaratık olması lazımdı. Büyüye inanmasının tek yolu buydu yoksa büyünün gerçekliği asla ve kat' a kanıtlanamazdı. "Bence aynı muhabbeti tekrarlamayalım Joyina asla inanmaz büyüye, büyü sahtedir, bıdı bıdı, vıdı vıdı." Joyina! Bize inanacaksın. Bize katılacaksın. "Ne? Niye iyice benle dalga geçer oldunuz? Eğer beni eğlence malzemesi olarak yanınızda getirdiyseniz, baştan döneyim ben olmaz böyle." acaba bu tartışma, yıkılmaz sandığımız o güzel arkadaşlığın daha şimdiden çatırdadığının mı simgeleriydi? Yoksa bu macera başlamadan bitmiş miydi? En azından Joyina için. "Ne alakası var Joyina, şaka yapıyorlar sadece. Sen bence biraz alınganlık yaptın." Tuilyn ortamı yumuşatmak istemişti. Bilirdi o kırılmayı, hatta bazen yersiz kırılıyordu farkındaydı; ama yapabileceği bir şey yoktu onun yapısı buydu hassastı. Zaten üç tane arkadaşı vardı, bu hayatta değer verdiği başka hiçbir şey yoktu. Tabii birde yüzünü bile görmediği, hiç tanımadığı, sadece adını bildiği sevgilisi vardı. Minoris... Tanımadan sevdiği, görmeden, bilmeden. Kim olduğunu bile bilmiyordu. Nerede olduğunu, nasıl birisi ya da nasıl bir şey olduğunu... ------------- "Açık konuşmam gerekirse Tuilyn. Bu isim yani Minoris basit bir isim değil, halk dilinde kutup yıldızı olarak geçen yıldızın latincesi. Bir anlamı olmalı bu ismin. Acaba bu senin sevdiğin uzayda mı yaşıyor? Ya da kutuplarda?" Joyina bu durumada her şeye olduğu gibi bilimsel yaklaşmaya çalışıyordu. Mantıklı bir açıklamayla bu çıkmaz yolu açabilirdi; ama nasıl açacaktı? Nasıl? "Neden olmasın, bence olabilir. Gerekirse uçmayı öğrenirim ne olacak?" Tuilyn hevesle konuşuyordu, hatta fazla hevesli. Hayal kurmak güzeldir ama aklınız ne kadar havalarda olursa, düşüşünüz de o kadar sert olacaktır. Kalkmak bir o kadar zor, acı katlanılmaz. Herkes etrafınızdan birer birer ayrılıp sizi yalnız bırakırken, tutunduğunuz bütün dallar elinizde kalacak. Hayallere olan inancınız yok olurken, hayatınızın boşa geçtiğini fısıldayan iç sesiniz sizi delirtme çabasına girecek. Bu yüzden adımlarını her zaman sağlam atın, balondan bir evde yaşıyor olsanız dahi... ------- Sıradan muhabbetler ve Tuilyn' in hayalini bulduklarında ne olacağının tahminleriyle dolu, uzun bir yolculuktan sonra, üçüncü güneşte dağların arasından kendini kaybettiriyordu. İkinci ay çıkıyor, birinci aysa kutup yıldızının tam yanında, gökyüzünün muhteşem güzelliğine ahenkle ortak oluyordu. Tuilyn tabii ki hemen uyumuştu, bir saniye bekleyecek sabrı yoktu. Evet gözlerini kapattığında dahi beliriyordu o silüet ama rüyalarında daha gerçekti. Hem de rüyalarında onunla konuşup dolaşıyordu, belki bugünde ona bir şeyler söyler yardım ederdi. Kumbyk yapay ateşe güzel bir yer seçip elinde iyice ovuşturarak yanmasını sağlamıştı. Kumbyk e göre bu yapay ateş en iyi icadıydı Joyina' nın. Malum eğer bu yapay ateş olmasa soğukta kalacaklardı gecenin ayazında. Diğerleri uyumak için etraftaki çer çöpü temizlerken. Kumbyk çok belli etmese de o monoton hayatından kurtulmanın verdiği heyecanı hissediyordu. Evet her an atlayıp birilerini dövecekmiş gibi duruyordu ama elinden gelen bir şey yoktu. Cüce delikleri her zaman çok kalabalık ve kavgalı olurdu. Eli yüzü düzgün diyebileceğiniz tek bir cüce bulursanız onu elmas gibi saklardınız. Hırsızlar, kumarbazlar ve en kötüsü de haraç kesen çeteler. İnsanlar cüce deliklerini cennetten bir kesit gibi hayal ediyordu ama orası tam bir cehennemdi. Cüce deliklerinde ya hayatta kalırdınız ya da ölürdünüz. Kumbyk hayatta kalmayı orada öğrendi ve yirmi yaşına ulaştığı an kaçtı o pislik yuvasından. Neden yirmi daha önce gitseydi ya? Haklısın sevgili okuyucu durumu bilmesem bende aynısını derdim ama cüce deliklerindeki çocukların yirmi yaşına varmadan dışarı çıkması yasaktır. Kaçmaya çalışırsanız, cezası tüm ailenizin işkencelerle öldürülüp, sizi hayatta bırakmak olur ki bu acıyla ömür boyu yaşayın ya da dayanamayıp intihar edin. Apreal mı ne yapıyordu? O Tuilyn' i düşünüyordu tabii sonra saçlarını, acaba bu yolculukta kesmesi gerekecek miydi? Çocukluğundan beri bir telini bile dokunmamıştı. Tuilyn konusunda düşüncelerine gelirsek. Arkadaş' ına ne kadar inansa da o elbette Tuilyn kadar hayalperest değildi. Bir rüyanın peşinden gidiyorlardı. Gerçekliğiyle ilgili ellerinde hiç bir kanıt olmayan ama bunu dile getirmeyecekti. Tuilyn zaten zor bir dönemdeydi. Her ne kadar kendi bile fark etmese de duygusal bir girdabın tam içerisindeydi. En küçük hatası onun akıntıya kapılmasına yol açacaktı ve öyle bir şey olmaması için arkadaşının hep yanında olacaktı. Eğer ki o girdaba kapılırsa, elinden tutup çekmek için sadece küçük bir balıkçı teknesi vardı. Güvertesi yosun tutmuş, eski, yaşlı bir balıkçı teknesi. Peki ya Joyina mı ne yapıyor? Her şeyi unutup her gece olduğu gibi yıldızların muazzamlığına hayran olmakla meşgul. Takım yıldızlarını her gece olduğu gibi tekrar çiziyordu beyninde. İkinci ay yavaş yavaş, birinci ayla yaratacağı simetrik görüntü için yükseliyordu. Tam ortalarındaysa kutup yıldızı, gökyüzünün pırlantası, zümrüdü, mihenk taşı. Hey. Evet Joyina sen. Bize inanacaksın. Bize itaat edeceksin. Joyina birden yerinden fırladı. Kalbinin atış hızı öyle artmıştı ki sanki, kalbinin yerinde bir ağaçkakan vardı ve çıkmak için göğüs kafesini parçalıyordu. Etrafına bakındı ama tabii ki sonsuz düzlükler ve uyuyan arkadaşlarından başka hiçbir şey yoktu. Uzaklardan gelen bir gece pikisinin sesi, gecenin kasvetli sessizliğini bozdu. Etrafta obsidyen ağaçları bile tek tüktü. Neden her yer bu kadar kuraktı? Oysa kitaplarda bahsedilen eski dünyanın en verimli topraklarında yaşıyorlardı. Eskiden her yerde güneşlerin konumuna göre renk değiştiren çimenler varmış. Üstünde büyüyen büyük taç yapraklarının büyüleyiciliğiyle anında dikkat çeken saray çiçekleri. Pamuk gibi yumuşak olduğu söylenen tavşan adında türü tükenmiş yaratıklar, dünyayı cennetten bir parçaya benzetiyormuş. Yanabilir maddeden oluşan o kahverengi ağaçlardan bile her yerde varmış. Hani bu kralın sarayının bahçesinde olanlardan. Eskiden her şey daha güzelmiş, her şey daha mutluluk verici. Artık sadece etrafın kasvetini daha da arttırmaya çalışan obsidyen ağaçları ve kurak topraklar... ---------- Bu bölümde size sormak istediğim bir soru var. Sizce Joyina' nın duyduğu sesleri ney ya da kim çıkartıyor olabilir ya da biri çıkartmıyorsa neden duyuyor olabilir? |
0% |