Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Kırmızı Atmaca Köprüsü

@yasinakn

Tuilyn korkudan bayılmamak için kendini zor tutuyordu. Hayatında ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyor, hatta ilk kez korkunun ne demek olduğunu anlıyordu.


Joyina' nın durumu Tuilyn' den de beterdi. Yıllarca büyüye inanmayarak yaşamıştı ve şimdi büyü inatla ona inanması için kapılar açıyordu ama o yine de bir yolunu bulup burada büyülü şeyler olmadığını en azından kendine kanıtlayacaktı.


Apreal' sa garip bir şekilde hiç korkmuyordu. Tamam yürekli birisiydi ama bu kadarı fazlasıyla şaşırtıcıydı. Göğsünü germiş, kendinden emin bir şekilde kâhinlere bakıyordu.


Kâhinlerin söylediklerinden sonra kimse yerinden kımıldayamadı bile. Sanki birden taşa dönüşmüşlerdi. Ortamdaki gergin ve stresli hava, esen rüzgarın taşların arasından girerek çıkardığı ıslık sesleriyle daha da gerginleşiyordu. Neyse ki kâhinlerin üç tane aklı havada macerapereste ayıracak zamanları yoktu da aradıkları cevapları hızlıca vermeye başladılar.


"Aradığınız kişiye yol kırmızı atmaca köprüsünde başlıyor!" kâhinler hala tek bir ağızdan, gürlercesine konuşuyorlardı. Üç arkadaşta olması gerektiği gibi fazlasıyla korkuyorlardı. Kâhinler hilal şeklinde durmuş, yere bakarak konuşuyorlardı. Arkalarındaysa başı açık olan vardı. Aslında onların beklediği şey ilginç küreler ve asalardı ama içerisinde hiçbir şey yoktu bomboştu. Sadece tam karşılarında etraftaki taşlarla da aynı renkte olan, koyu gri bir taht vardı. Acaba içlerinde lider olan orada mı oturuyordu arada?


"Düşüncelerinizle düşüncelerimizi kirletmeyin! Taht bizden üstün olanadır!" İnsana bir şey yasaklanırsa, ters teper daha çok yapası gelir. Bu durumda olan da olmalıydı aslında ama nedense üçü de tek bir kelime dahi edemiyorlardı. Sanki zihinlerine mühür vurulmuştu.


"Kırmızı Atmaca Köprüsü nü geçince! Ramaşare Vadisinden geçerek, ozlo okyanusuna bağlanan, rühr denizine ulaşacaksınız! Rühr denizini takip ettiğinizde bir süre sonra..." Kâhinler anlatmayı keserek, birden bire Joyina' ya doğru döndüler. Bu korkutucu hareketin amacı neydi şimdi? Joyina yerinden kıpırdamamak için kendini zor tutuyordu.


"Sen gözünü hareket ettirdin! Gözün bizim olacak!" Dayanamamıştı Joyina merakına yenik düşüp bir saniyeliğine gözünü hareket ettirmişti ama bu merakın bedeli sadece bununla kalacaksa şükür diye geçiriyordu içinden. O an ki korkuyla iki gözünü de alsalar şükrederdi aslında.


"Demek tek gözünün olması senin için sorun değil! Ceza arkadaşına verildi çünkü o korkuyor!" Kâhinler Joyina' ya doğru değil şimdi Tuilyn' e doğru dönmüşlerdi. Tuilyn ne yapacağını bilmiyordu. Bir eli, bir kolu ve şimdide gözü mü? O hiç bir şey yapmamıştı. Bu haksızlıktı.


"Haksızlık senin arkadaşlarını peşinden sürüklemendir!" Tuilyn ne yapacağını bilemiyordu. Aklınızdan geçenleri bile görebilen birisine nasıl karşı koyabilirdiniz? Koyamazdınız...


Büyücüler kollarını havaya kaldırarak, unutulmuş lisanda konuşmaya başladılar.


"Nömüri rımara. Romi limö." Sonrasında kâhinler önceki oldukları yerlerine geri döndüler. Tuilyn sağ gözünde keskin bir acı hissediyordu. O an ki korkuyla hemen fark edememişti ama kâhinler ona doğru bakmayı bıraktığında, sağ tarafı göremediğini, sadece soluna bakabildiğini fark etti. Şu an oturup ağlamak onun için en büyük nimet olabilirdi. Bu uğurda bedenini parça parça kaybediyordu, çaresizce. Şimdide gözü gözü gitmişti. Bir daha kine ne olacaktı? Neyi kalmıştı ki?


"Rühr Denizini belli bir süre takip ettiğinizde, solunuzda bir yol çıkacak, oradan devam edin. Eğer Geldiğiniz yoldan sapmadan dümdüz giderseniz eve geri dönersiniz! Sola dönün ve Kara Yılın mağaralarına giden, Işık Saçar Kanyonunu takip edin. Kara yılın mağaralarından çıktığınızda, zaten her şey açıklanmış olacak!" Sollarında ki, duvarda bulunan kapı, şiddetli bir gürültüyle aniden açıldı. Kapının açılırken ve duvarlara çarptığında çıkardığı ses tüm mabedi inletmişti.


"Şimdi, buradan hemen çıkın!" Kâhinler bu sefer o kadar şiddetli bağırmışlardı ki, deprem oluyormuşçasına yer sarsılmıştı. Üçü de fırsatını bulmuşken, hiç durmadan koşarak kapıdan çıktılar. Sanki binlerce yıldır zindanlarda hapis kalmış gibi hissediyorlardı. Temiz havayı içinize çekmek ve özgürce hareket edebilmek. Her şeye bedeldi, bunu anlamışlardı.


"Çaylak kahramanlar." Sevecen bir ses tonuyla yapılan bu konuşmayı kim yapıyor diye, sesin geldiği yöne kafalarını çevirdiklerinde, elinde tahtadan bir sopa olan, yaşlı bir adamla karşılaştılar. Belli ki sopasına dayanmadan yürüyemiyor, sopasını baston olarak kullanıyordu. Yaşlı adam kambur değildi ama boyu biraz kısaydı. Belki yaşlılıktandır, belki de hep kısaydı bilinmez. Sopası sarmaşıklarla sarılıydı ve ucunda büyük bir yumru vardı. Yumrunun üstünde yaprakları pembe, içiyse sarı renkte olan bir çiçek vardı. Yaşlı adam iyi birisine benziyordu ama Apreal tüccar vakasından sonra birisine güvenmek için en az bir beş kere düşünmesi gerektiğini öğrenmişti.


"Sen de kimsin?" Diye sordu hemen Apreal. Şüpheci yaklaşmak, sonradan pişman olmaktan bin kat iyidir.


"Ben sizi kaderinize ulaşmanıza yardım edecek kişiyim." Dedi yaşlı adam gülümseyerek. Gözleri, bulutsuz bir öğlen saatindeki gökyüzü gibi masmaviydi. Gözleri umut saçarcasına sevecen ve parlayarak bakıyordu yaşlı adamın. Saçı sakalı ağarmış, saçı omzuna, sakalıysa göğsüne kadar gelmesine rağmen, bir teli dahi karışmamıştır birbirine. Üstünde beyaz bir pelerin vardı ve tüm vücudunu kapatıyordu. Aralık kalan yerlerdense içinde de beyaz bir pantolon ve kazak olduğu görülebiliyordu. Birde kafasında ki büyük şapka vardı. O da tabii ki tüm her şeyi gibi bembeyazdı. Şapkasının kenarları uzundu. Bu yüzden yaşlı adamın yüzü gölgeliydi ama gölgelerin içinden bile neşe saçabiliyordu. Şapkasının en ilginç özelliği, yükselerek uzamasıydı belki de. O kadar uzuyordu ki üst kısmı dayanamayıp arkasına doğru eğiliyordu.


"Biz de zaten yolu nasıl bulacağımızı tam bilmiyorduk iyi oldu." dedi sevinçle. Tuilyn anında güvenmişti yaşlı adama ama Apreal dikkatli olmak konusunda kararlıydı, her ne kadar iyi birisine benzese de. Joyina' ysa kararsızdı. Karşılarında ki kişinin nasıl biri olduklarını bilmiyorlardı ama onlarda yolu bilmiyordu. Kâhinlerin anlattıkları kadarını biliyorlardı ama ellerinde ne harita ne başka bir şey vardı. Joyina' nın şatonun kütüphanesinden aldığı haritaya göre buralar yoktu aslında. Çaresizce bu adama güvenmeleri gerektiğini hissediyordu.


"Dur Tuilyn. Bu adama güvenebileceğimizi nereden bileceğiz?" Diyerek Tuilyn' i omzundan çekerek yanına getirdi ama yaşlı adam sevecen tavırlarını hiç bozmadan konuşmaya başladı.


"Evet bilemezsiniz ama bana güvenmekten başka çarenizde yok gibi durmuyor mu?" Yaşlı adam, soruyu düşünmeleri için bir dakika bekleyip, sonra konuşmasına devam etti.


"Sizce Kırmızı Atmaca Köprüsü ne, sırf güzel olsun diye mi Kırmızı Atmaca Köprüsü demişlerdir." dedi yaşlı adam. Kötülüklerini istemiyor gibi duruyordu yaşlı adam. Peki ama neden onlara yardım edecekti ki durduk yere? Bu soruyu düşünebilen tabii ki Joyina olmuştu.


"Peki ama ne çıkarın var bize yardım etmekte?" Joyina alacağı cevaba göre karşılarında ki adama güvenip güvenemeyeceklerine karar verecekti.


"Çünkü benim görevim, yürekli maceracılara yardım etmektir. Hiç duymadınız mı bilge Doeth ismini?" Joyina bile okuduğu onca kitabın hiç birinde bu ismi duymamıştı ama şöyle bir durum vardı, mantıken eğer kötü birisi olsa ismini söylemezdi. Sonuçta kötü birisiyse onu tanırlar diye. Arkadaşlarına toplanıp beraber karar vermeleri gerektiğini söyleyerek fikir alışverişi yapmaya başladılar.


Tuilyn zaten dünden razıydı, şartsız koşulsuz güvenmişti adama hemen. Joyina şüpheli olsa da hem başka şanslarının olmayışı nedeniyle hem de karşılarında ki adamın güven veren bir yapısı olması nedeniyle, Joyina' da adama güvenmeleri taraftarıydı ama Apreal hala şüpheliydi. Tüccar olayından sonra bu tarz durumlara aşırı şüpheci yaklaşmaya karar vermişti ama arkadaşlarının oy çokluğuyla kazanması onun fikrini bir nebze önemsiz kılmıştı. Apreal' da mecburen yeni tanıştıkları bu yaşlı adamla gideceklerdi. Zamanla göreceklerdi bu kararın iyi bir karar mı yoksa kötü bir karar mı olduğunu.


Bilge adamında yoldaşlığı sayesinde kırmızı atmaca köprüsünü bulmuşlardı. Zaten bilge adam olmasa dahi rahatlıkla bulabilirlerdi çünkü çıktıkları kapıdan giden tek bir yol vardı oda kırmızı atmaca köprüsüne çıkıyordu. Yolun etrafı tamamen dik kayalıklarla ve dağlarla doluydu.


Bilge Doeth Kırmızı Atmaca Köprüsü ne yaklaşmaya başladıklarında, herkesi durdurup sessizce konuşmaya başladı. Neredeyse fısıltı şeklindeydi bu konuşması.


" Buraya Kırmızı Atmaca Köprüsü denmesinin nedeni, etrafımızda ki dağlardan birinde yaşayan büyük ve kırmızı renkte bir atmacanın, köprüden geçen herkese saldırarak yuvasına götürmesidir. Onun haricinde, farklı bir sürü vahşi yaratığa ev sahipliği yapar bu dağlar ama en acımasız ve yırtıcısı bu kırmızı atmacadır çünkü zamanında bu atmaca aslında kar beyazı tüylere sahip, çok güzel bir kuşmuş. Hatta tüm canlılarla barış içinde yaşar, mecbur olmasa solucan ve böceklere bile dokunmayacak kadar iyi ve yardımsever bir kuşmuş. Hatta eskiden Elflerin Mirası derlermiş bu kuşa ama insanlar nefsine yenik düşüp, onun bu güzel tüylerini satabilmek için atmacayı yakalayıp kafese sokmaya çalışmışlar. O kadar çok ok ve mızrak yemiş, o kadar çok yara almış ki atmaca, tüm tüyleri kandan kırmızıya bürünmüş ve o günden sonra gördüğü her canlıyı yakalayıp yuvasına götürmeye başlamış." Bilenin anlattığı hikaye üç arkadaşı da derinden etkilemişti. Hele de Apreal ve Joyina resmen buz kesmişti. Tuilyn' se rüyasına yaklaşmanın heyecanındaydı, bir an önce köprüden geçmek istiyordu.


"Eee ne bekliyoruz geçelim işte karşıya, etrafta hiçbir şey gözük..." Bilge Tuilyn' in ağzını eliyle kapatarak, sus işareti yaptı diğer eliyle.


"Sen beni hiç dinlemedin mi? Buradan öyle koşturarak geçemezsin! Kırmızı atmaca haricinde përbindëshlerden*, monsutâlara* kadar aklının hayalinin alamayacağı yaratıklar var. Eğer buraya kadar yemek olmak için geldiysen, özgürce koşturabilirsin!" Tuilyn Bilge'nin neden bu kadar telaş yaptığına anlam verememişti ama yine de sözünü dinlemenin mantıklı olacağını düşünmüştü çünkü sonuçta o bir bilgeydi.


"Hiç acele etmeden, eğilmeden, koşmadan ve en önemlisi korkmamaya çalışarak, geçeceğiz köprüden." Dedi yaşlı bilge olabildiğince sessiz konuşarak. Üçünün de onaylayan bakışlarını aldıktan sonra, ilk adımını attı tahta köprüye .


------------------


Bilge hakkında düşünceleriniz neler? Sizce bilge güvenilir birisi mi?


------------------


Sansâra Gezegeni Bilgileri


*Përbindësh: Garip bir şekilde aniden arkanızda belirebilen, iki ayak üstünde duran, çok hızlı bir canlı türüdür. Genelde en fazla bir metreye ulaşan boylarıyla ilk görüşte tehlike gibi gözükmeseler de, bedenlerinden sağladıkları kokuda sizi felç eden bir kimyasal vardır. Görüp de kurtulan bilen şanslı kişilerin anlattıkları kadarıyla, açlıktan derisi iskeletine yapışmış bir insana benziyorlarmış ama deri diye düşündüğünüz şey aslında, kılıç darbesine bile dayanabilen sağlam bir kabukmuş. Tüm bedenin siyahlığının ürkütücülüğüne birde gözlerinin akınında olmaması daha korkutucu bir hal veriyormuş. Ağız yapısını kimse bilemiyor çünkü zaten o an ölmüş oluyorsunuz.


*Monsutâ: Söylentilere göre iki kanadını açtığında o kadar geniş bir alanı kaplıyormuş ki siz gece olduğunu sanıyormuşsunuz. Aslında gözlemlenebildiği kadarıyla otçul olan bu tür eğer yuvasına yaklaşırsanız sizi aynı bir mızrak gibi uzayan gagasıyla delip orada can vermenizi izlermiş. Garip bir şekilde gözleri istediği zaman yuvalarında durup, istediği zamansa yuvalarından çıkabilen bu garip yaratıktan kaçmak bu yüzden neredeyse imkansızdır çünkü eğer gagasından kaçabilecek kadar şanslıysanız, kendine yuva yapmak için, koca dağların zirvelerini parçaladığı söylenen pençeleri arasında can vereceksinizdir.


Loading...
0%