Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left11.
Bölüm
keyboard_arrow_right

"10.bölüm: Yarış"

@estellagodwin2
Soğuğun kokusu burnuna çarptı.

Derin bir nefes aldım ve dükkanın kapısını yavaşça kapattım. Ardından tekrar derin bir nefes aldım. Sanki istediğim şekilde alamıyordum nefeslerimi, bir şey boğazımda takılı kalıyordu da çıkmıyordu boğazımdan.

Burnum tıkalı olduğundan ağzımdan nefes almak zorundaydım ve bu gerçekten ölüm gibi bir şeydi.

Dükkanın kapısını ileri geri oynattım ve kilitlediğimden emin olduktan sonra anahtarı cebime atarak yoluma devam ettim.

Bu gece yorulmuştum, çok fazla müşteri gelmişti ve hepsiyle ayrı ayrı ilgilenmek, merdivene çıkıp inmek, kitapların arasında bir oraya bir buraya koşmak beni fazlasıyla yormuştu.

Belki de bir daha gündüz okula gidip akşam çalışmak için gelmemeliydim. Çünkü beynim iki aktiviteyi birden kaldıramıyordu.

Ensemi montuma gömdüm ve yavaş adımlarla karda kaymamaya özen göstererek yürümeye başladım. Sokaklar sessizdi ve bana ev sahipliği yapıyorlardı. Eğer yaz ayında olsaydık bu saate rağmen buralar cıvıl cıvıl olurdu. Herkes sokakta, balkonda ya da deniz kenarında oluyor olurdu ve sesleri her yeri çınlatırdı.

Ama şimdi yalnızdım.

Ya da ben öyle düşünüyordum.

Birkaç adım daha gittiğimde arkamdan bir çıtırtı duydum ve nefesime tutarak durdum. Arkadan gen adım seslerinin de duracağını düşündüm ancak o gelmeye devam etti. Buralarda bizim kitapçıdan başka bu saatte açık dükkan bulunmazdı.

Sakin bir şekilde nefesimi verdim ve kim olduğuna bakmak için yavaş hareketlerle arkamı döndüm.

Ares.

Kaşlarımı çatarak ona bakarken, o başını yere eğmiş bana doğru geliyordu. Karda hızlı yürüyebiliyordu, düşerim diye hiç korkmuyor muydu acaba?

"Selam." diye mırıldandığımda başını kaldırdı ve bakışlarımız buluştu. Beni gördüğüne nano saniye şaşırdı ardından istifini hiç bozmadan her zaman yaptığı gibi sırıttı.

"Beni mi takip ediyorsun?" Sesi alaycıydı. Kaşlarımı çattım ve ağzımı açtım. Ardından söyleyecek bir şey düşündüm ve geri kapattım. Benim ağzımı balık gibi açıp kapatmama daha çok güldü.

"Arkamdan gelen sensin," diye hamurdandım. "Asıl sen beni mi takip ediyorsun?" Kaşlarını kaldırdı ve çenesini büzdü.

"Era..." Ona 'ne' dermis gibi baktım.

"Neden geç saatlerde olmaman gereken yerlede oluyorsun?" Kaşlarımı çattım.

"Olmamam gereken yerler? Afedersin ama ben bu sokaktaki kitapçıda çalışıyorum."

Kollarımı göğsümde bağladım. Aslında deli gibi donuyordum ve bir an önce eve gitmek istiyordum ama onun burada ne işi olduğunu da merak ediyordum.

Onu gereğinden fazla süzmüş olacağım ki manidar bir bakışla gülümsedi.

"Ne?" diye sorarken omzumu silktim.

"Ne ne?" Gözlerini devirdi ve arkamda durmak yerine yanıma gelmenin daha mantıklı olacağını düşünerek yanıma geldi.

"Yürüyecek misin?" Her ne kadar tuhaf olsa da onunla yan yana yürümeye başladım.

"Hep böyle misin?" Sesim kısık çıkmıştı.

"Nasıl?"

"Böyle gizemli takılıyormuş gibi hisseden ama aslında dışarıdan ergen görünen."

Kahkaha attı. Sesi kedi mırlaması gibiydi ve tuhaftı ama güzeldi.

"Ben gizemli takılmıyorum."

"O zaman şimdi nereden geliyordun da peşime takıldın?"

"Peşine takılmadım, Era." Ellerini kabanının cebine soktu. "Yollar beni sana getirdi diyebilirim."

"Hah." Homurdandım.

"Sana karşı koyamıyorum sanırım." Sesi o kadar alaylı çıkıyordu ki ses tellerini söküp çöpe atasım geldi.

"Hah." Bu sefer sesim biraz daha kısık çıkmıştı. Nedenini soğuk havaya bağladım.

"Baya bir komiksin anlaşılan." Tekrardan yatsı namazını kaçırmış nineler gibi homurdanırken ayağım kaydı ve direkt olarak Ares'in koluna tutundum.

"Ay!" Ağzımdan refleks olarak çirkin ve tiz bir ses çıkarken bir kedinin düşmemek için sahibine tutunması gibi bende Ares'in koluna sıkı sıkı tutundum.

"Tutsana beni. Düşürme dur." Korkuyla yavaş yavaş hareket ettim ve doğrulur konuma geldim.

Güldüğünü ya da güleceğini biliyordum bu yüzden yüzüne bakmadım ve kaymama sebep olan taşı tekmeledim.

Ne yazık ki kötü kadere doğarken belirlenmiş olan ben yerinde sabit duran bir taşa tekme atmıştım...

Bu yüzden birazcık ayağımı kırdım sanırım...

Ağzımın içinde bir küfür homurdanırken ellerimi ondan çektim ve hafifçe aksayarakta olsa yürümeye devam ettim.

Akşam akşam yine sinirlerim tepeme çıkmıştı.

"Gülebilirsin." diye mırıldanırken yanımda Ares'in gülmemek için sarf ettiği çabası ve gelen sesleri sinirimi bozmuştu. Hafif bir gülme sesi duyduğumda kollarımı göğsümde birleştirdim. Evimin olduğu sapağa geldiğimizde ise ona doğru döndüm, niye buraya kadar benimle gelmişti?

"Benim yolum buraya kadar." Sesim istemsizce yüksek çıkmıştı. Belki de yüksek değildi eko yapmışta olabilirdi, emin değilim...

"Beni eve cağırmayacak mısın?" Şaka yaptığını gözlerinden çok iyi görebiliyordum, kaşlarımı çattım ve elimle aramızda bir engel oluşturdum.

"Yavaş biraz." diye homurdanırken gözlerimi kaçırdım.

"Bugün şakacı gününde mısın? Sınıfta yaptıkların falan?"

"Okul güzel." Gözlerimi devirdim.

"İlk defa okula gelen bebekler gibisin."

Beni takmadı ve konuşmaya devam etti.

"Sınıf güzel."

"Kafan yerinde mi?"

"Sınıftakiler güzel." Kaşlarımı çattım ve ona dokunmak istemesem de itmek için elimi karnına koydum ve onu tüm gücümle ittirdim. Yerinden hareket etmişti gücüm beni sevindirdi.

"Iyy, lütfen şuradan git." Aklıma Ezgi geldi.

"Ezgi duyarsa seni mahveder bence. Sende hafif hanımcı tipi var." Gür bir kahkaha attı. İlk defa onu böyle şen şakrak ve konuşur halde görüyordum. Hep mi böyleydi yoksa bugün bir şeyler mı olmuştu anlayamadım.

"Ezgi ile aramda bir şey yok." Dur, kalbim dur.

"Hadi ya." Gözlerimi devirdim ve gülümsememeye çalıştım. Bence yalan söylüyordu. Sevgili kalbim, bu kadar hızlı atma.

"Ben yalan söylemem. Söylemem gerekse bile." Derin bir nefes aldı ve etrafa bakındı.

"Tamam hadi eve git artık." Eliyle kış kış yaptı. "Ben de buradan gitmem gereken yere gideceğim."

"Bana emir verme. Ben zaten kendim gidecektim." Benim hakkımda bilmeniz gereken bir şey daha varsa o da kesinlikle emirle calışmadığımdır.

"Haydi." Arkamı döndüm ve sinirle ayaklarını yere vura vura eve doğru yürümeye başladım.

Eğer onun demesiyle eve gittiğimi düşünüyorsa fazlasıyla yanılıyordu.

Evimin önüne geldiğimde tepede duran sevimli lamba yandı. Çantamdan sessizce anahtarı çıkarmaya çalışırken kapo kendiliğinden açıldı. Ben içimden bildiğim duaları okumaya başlarken içeriden Ege çıktı.

Karsısında lamba altında duran beni görünce ne zannetti bilmiyorum ama korkuyla yerinde zıpladı ve elini kalbine koydu.

"Sen miydin?" Sesi korkmuş gibi çıkıyordu. Onun bu hâline güldüm.

"Bendim tabii salak." diye mırıldanırken elimi onun omzuna koydum ve vefakâr bir kardeş gibi ona baktım.

"Anahtarı evde unuttuğumu fark edip kapıyı açtın değil mi?" Bu hareketi gözlerimi sulandırmıştı. Ya da belki de soğuktan sulanmıştı bilemiyorum.

"Yoo," dedi saf saf. "Dışarıya çıkıyordum." Beni süzdü ve donmuş halime kaşlarını çatarak baktı.

"Hem sen nereden böyle?"

"Sen nereye böyle?"

"Sen nereden geliyorsun?" Omzumu silktim.

"Sen nereye gidiyorsun?"

"Soruma sorunla cevap verme, Era. Nereden geliyorsun?"

"Eğer soruma doğru cevap verirsen bende senin sorunu cevaplarım. Nereye gidiyorsun?"

Ofladı ve başını yukarıya kaldırıp 'ne günah işledim ben' der gibi baktı.

"Araba yarışlarına gidiyorum. İzmir il sınırında..." Ona saf saf baktım.

"Manisa sınırlarında yani." diye tam açıklama yaptığında kaşlarımı kaldırdım ve anlamış gibi yaptım.

"İyi de taa Manisa'da ne işin var?"

"Manisa'mız güzel bir şehirdir, Era. Neden böyle diyorsun? Sen Manisa'yı küçümsüyor musun?" Sesi sinirli çıkıyordu.

"Konuyu çarpıtma, Ege. Hem ben Manisa'yı çok severim tabii ki." Omzumu silktim.

"Bende geleceğim."

Başını hızlıca iki yana salladı.

"Hayır gelmeyeceksin. Hem babaannem evde merak eder."

"Hayır evde değil, Ege'yle amcamlara gitti biliyorum." Ağzının içinde bir şeyler geveledi.

"Era, çocuk bakıcılığı yapamam."

"Ben yıllardır yapıyorum." Tekrardan derin bir of çektiğinde kapıyı kapattı ve elinde tuttuğu anahtarla kilitledi.

"Yanımdan ayrılmayacaksın." diye homurdandı ve ellerini cebine sokarak merkeze doğru yürümeye başladı.

"Kesinlikle." Bu sözüm onun yanından ayrılacağımın sinyallerini veriyordu bile...

***

"Burası baya bir soğukmuş ya!" Enseme montuma gömdüm ve soğuktan kurumuş dudaklarımı ıslattım. Burada kar yoktu ama kur bir soğuk vardı eğer kar yağsaydı bu kadar soğuk olmazdı belki de.

Ege'nin kolunu çekiştirdim, yanında duran arkadaşlarıyla konuşuyordu, dikkatini bana verdi.

"Tam konumumuz nedir?"

Yanındaki arkadaşına bir şey dedi ve güldüler. Elindeki sigarasını dudaklarına götürdü ve havalı bir şekilde gözlerini kısarak uzaklara baktı.

Ne yazık ki yanında onun bu havasını bozacak bir kız kardeşi vardı.

"Şşş," Ona hafiften alttan bir tekme attım.

"Tam konum neresi?"

"Ne yapacaksın, Era tam konumu?"

"Merak ediyorum ya." diye diklenirken kaşlarımı çattım ve ona sinirle baktım.

"Kırkoluklar yakınlarındayız." Yanımıza bir arkadaşı elinde kahve tepsisiyle geldi ve herkese kahve dağıttı. Aslinda şu anda sıcak bir kahve hiç fena olmazdı. Ege de kahvesini aldığında yine planda yok sayıldığımı anladım ve sinirle kaşlarımı daha da derin çattım.

Ege elinde duran sıcak kahveyi bana verdi ve göz kırptı.

"İç, ısınırsın." Benim kalbim zaten onun bu davranışıyla ısınırken sıcak kahveyi dudaklarıma götürdüm.

Bu yaptığı davranıştan dolayı ona sarılabilirdim ama bunu yapmadım, utanabilirdi çünkü.

Yüzüme bir gülümseme kondurdum ve etrafıma bakmaya başladım. Kitaplarda tabir edildiği gibi bir yer değildi araba yarışlarının yapıldığı yer. Neredeyse çıplak olan kızlar yoktu, deri montlu erkekler yoktu, sarkıntılık yapan kişiler yoktu gayet sakindi.

Bu sakinlik yarış arabalarının gelmesine kadar devam etti. Yarış arabaları yüksek ve gürültülü bir sesle bulunduğumuz yeri doldururken elimle kulaklarımı kapatmak istedim.

Ege'nin yanında duran arkadaşı hafifçe Ege'nin sırtına vurdu ve kulağına bir şeyler söyledi. İçim huzursuzlukla dolarken yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdandım.

"Hazır mısın?" Yüzümde duran gülümseme anlık olarak silinirken gözlerimi Ege'ye diktim. Yarışa katılmayacaktı değil mi?

"Ege? Yarışa mı katılacaksın?" Bu cümlede sadece soru ibaresi görüyor olabilirdiniz ancak bu cümlede bir tehdit vardı.

"Evet." Gelen kırmızı arabaya baktı. İçinden orta yaşlı bir adam indi ve Ege'ye doğru yaklaşmaya başladı.

"Anahtar üstünde evlat." Sırıttı. "Sadece dikkatli ol." Ege'de ona doğru sırıtırken ben olduğum yerde sinir krizi geçiriyordum. Ege ehliyetini alalı daha bir ay bile olmamıştı ki!

Sinirle gözlerimi yumdum ve geri açtığımda çok daha tuhaf bir manzarayla karşılaştım. Kırmızı arabanın iki yanına siyah ve beyaz renkte arabalar yanaşmıştı. Arkada da farklı arabalar duruyordu.

Benim asıl dikkatimi çeken şey içindeki insanlardı.

Siyah arabanın sürücü koltuğunda Ares yolcu koltuğunda ise Ezgi vardı. Beyaz araba daha da şaşırtmıştı çünkü onun içinde de Demir vardı ve yanında sarışın bir kız oturuyordu.

Gözlerimi beyaz arabadan çektiğimde Ares'le göz göze geldim. Bana hafifçe elini salladı ve gözlerini kısarak sırıttı.

Yanında duran Ege'ye döndüğümde, artık yanımda olmadığını anladım. Ne ara arabasına binmişti anlayamadım.

Hızlıca yanına giderken yolcu kapısını açtım ve hızla yanina bindim. Beni tanımadığım insanlarla bir arada bırakmasına göz yumamazdım.

"Era!" Yüksek çıkan sesiyle yutkundum.

"İn arabadan, tehlikeli bir iş bu çocuk oyuncağı değil!"

Derin bir nefes aldım.

"İnmem." Emliyet kemerini aradım ama bulamadım. Yanında oturan Ege'nin sinirle güldüğünü duydum.

"Aptal arabada kemer yok." Öne esmer bir kız çıktı ve elinde tuttuğu bayrağı herkese gösterdi.

Bayrak aşağıya indiğinde tüm arabalar aynı anda hareket etti. Ben hız nedeniyle öne doğru uçarken Ege bana baktı ve sinirle iç geçirdi. Birden gaza yüklendiğinden araba öne atıldı.

"Tutunacak bir yer bul." diye homurdandı. "Önümüzde rampalar var."

Hızla arabanın üst tarafında kalan bir yere tutundum ve gözlerini kapattım. Gaza yüklendikçe yükleniyordu ve bu arabayı hiç zorlamıyordu.

"Ya hararet yaparsa?" Sesim korkudan kısık çıkmıştı.

"Yapmaz bu en iyisi merak etme." Ben yine de ne olur ne olmaz diyerekten arkamıza baktım. Henüz bir duman belirtisi yoktu.

Derin bir nefes alıp arkama yaslanırken diğer arabaların bizi geçtiğini fark ettim. Turuncu bir araba anı manevra yapmıştı ve neredeyse bize çarpacaktı, zikzak çizerek yanımızdan geçti ve önümüzden ilerlemeye devam etti. Siyah arabayı görmüyordum aynı zamanda beyaz arabayı da.

"Ares ve Demir'i gördüm." Sanki normal bir ortamda, normal koşullarda muhabbet ediyormuşuz gibi çıkmıştı sesim.

"Sınıftaki arkadaşlarımız var ya." Ege sinirle kaşlarını çattı.

"Sınıftaki arkadaşlarımız." diye homurdandı. "Şu anda rakibiz."

Tanrım, tamam...

Ege hızı ultra derece arttırıp arabayı iyice çileden çıkarırken korkuyla koltuğuma yapıştım ve eğer koltuğa karışıp kaybolabilseydim bunu o an yapardım.

"Ege dikkatli ol!" Sesimi kendim bile tanıyamamıştım. Gecenin ikisine doğru böyle tehlikeli bir yolda küçücük bir kız çocuğunun ne işi vardı?

Ege kaşlarını çattı ve öne doğru eğilerek ne olduğunu anlamaya çalıştı.

"Kızı ezeceksin!" Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki ben bile kendi sesimden rahatsız olmuştum. Diğer arabalar hızlı bir manevrayla durmaya çalışırken, zincirleme bir çarpma meydana geldi ve arkada duran arabaların hepsi birbirine girdi. Kız çocuğuna yakın olan tek bizdik birde Ares ve Demir'in arabası.

"Durduramam." Ege endişeyle yutkundu. "Kaybedemem."

"Delirdin mi?" Beyaz araba aniden gerimizde kaldı, arabanın tekerlerinden gelen çığlıktan anladığım kadarıyla Demir yarıştan çekilmişti. Yanımızda bir tek Ares'in arabası kalmıştı ve kıza çok yaklaşmıştık. Eğer birkaç saniye içinde durmazsak kıza direkt olarak biz çarpacaktık.

"Durdursana şunu!"

"Yapamam Era!" diye kükredi birden. "Yarışmayı kaybedemem!" Küçük kızın yüzüne arabanın farları çarparken bize döndu ve el salladı.

Kesik kesik nefes alıyordum ve yapmam gereken şeyi çoktan yapmış olmayı diliyordum. Kıza 10 metre kala hızla direksiyona atıldım ve direksyonu sola kırdım. Araba kötü bir şekilde sarsılırken içimden ne olursa olsun diyordum.

Sonunda başka bir arabaya çarparak durduk. Ellerim o kadar çok titriyordu ki bilinçsiz bir şekilde arabanın kapısını açtım ve dışarıya çıktım. Arabayı Ares'in arabasına çarparak durdurmuştum. Ellerim boğazıma giderken yutkunamadım ve hızla küçük kızın yanına gittim.

Yerde bilinçsiz yatan bedenini gördüğümde çığlık attım.

Diğerleri de hızlıca kızın yanına gelirken Ares kıza eğildi ve parmağını kızın küçük bileğine yerleştirdi.

Demir da hızlıca yanımıza geldi ve kıza doğru eğildi. Açık olan ağzını dinledi ve derin ama rahat bir nefes aldı.

"Bayılmış." Rahatca nefesimi verirken kendimi ağlamamak için zor tuttum.

"Yarış ne olacak? Yarım kaldı..." Sağ tarafından gelen sesle bakışlarımı oraya çevirdim. Bu kız Demir'in yanında oturan kızdı.

"Alın yarışınızı..." Herkes bana baktı. "Bir tarafınıza sokun."

Arabaların geldiği tarafa doğru yürümeye başladığımda peşimden gelen adım seslerini duydum ve daha da hızlandım. Biri yumuşak bir hareketle bileğini tutarken hızlıca bileğini ondan kurtardım ve kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Nereye gidiyorsun?" Ege'nin yarıştaki sesine tezatla yumuşak çıkan sesi sinirlerimi bozdu.

"Salihli'ye gidiyorum!" Yürümeye devam ettim. Peşimden geliyordu.

"Era, Salihli çok uzak nasıl gideceksin?" Güldü. Dişlerimi birbirine bastırdım ve gözlerimi sımsıkı yumdum birkaç dakika sinirimin geçmesini bekledim.

"O zaman Ödemiş'e giderim, Gölcüğe giderim ama şu aptal yerden kurtulurum."

"Sana gelme demiştim." Hâlâ yumuşak çıkan sesi bende ağlama etkisi yaratıyordu.

"Buraya neden geldim biliyor musun? Başını yine derde sokma diye. Belki de bir umutla. Derim ki belki de Ege bu sefer değişmiştir, o ergen tavırlarını bir kenara bırakmıştır... Ama yok Ege yine aynı Ege..." Ellerimi yukarıya kaldırdım ve çare yokmuş gibi geri indirdim.

"Hani diyorsun ya içimdeki Şeytanı durduramıyorum diye," Sesim titremişti. "İçinde Şeytan falan yok senin, sen Şeytan'ın ta kendisisin. Bir kılıf aramaya kalkma." Yavaşça yürümeye devam ettim.

Artık soğuk hava beni yormuyordu. Ellerimi karnıma sardım ve hastalıklı bir insan gibi yürümeye devam ettim. Uzun bir süre tek başıma ağaçların yanından yürüdüm, arada karşıdan gelen araçların farları gözüme çarptı ama aldırmadım. Demek ki bu saatte bile buraya gelenler vardı.

Çok yorgundum ve bu yorgunluğunun yarısı fiziksel yarısı da ruhsaldı. Eğer direksiyonu kırmasaydım Ege o kızın üstüne sürer miydi?

Arkamdan adım sesleri geldiğinde aldırmadım ama bu eser hızlandığında yürek yemiş gibi arkamı döndüm ve karanlıkta onun yüzünü gördüm.

"Senin ne işin var burada?"

"Nereye gidiyorsun, Era? Salihli'ye mi cidden?" Sesi alaylı ama bir yandan da endişeli çıkıyordu.

Yeşil gözleri karanlıkta bile belli olurken bir an kendimi korumasız hissettim. İçimde bir ses çığlık atarak onun yanından kaçmamı söylüyordu, güvensiz bir şekilde etrafıma baktım ve bir hayvanın hızlıca ormana koştuğunu fark ettim.

Elim boğazıma giderken Ares'in bakışlarından hiç hoşlanmamıştım.

"O bakış ne öyle?" diye mırıldandım alayla ama içinde kesinlikle korku barındırıyordu.

"Nasıl bakıyorum?" Sesi boğuk çıktı.

"Sanki beni öldürecekmişsin gibi." Havayı dağıtmak için güldüm.

Arkamda korna sesi duyduğumda olduğum yerde zıplarken Ares bana doğru bir adım attı ve bağırdı:

"Dikkat et!" Hızlıca yana doğru kaydım ve arabadan son anda kurtuldum.

"Seni eve götüreceğim, Era." Ona belli etmeden derin bir nefes aldım. "Öldürmeyeceğim."

Onunla yavaşça yürümeye devam ettim ve sonunda il sınırında bıraktığı arabasına binerek evime geldik.

***

Yatağımda sağa doğru dönmek istedim ama bunu yapamadım. Yine bir rüya mı görüyordum bilmiyorum ama tüm vücudum tutulmuş gibiydi hareket edemiyordum.

Gözlerimi yavaşça açtığımda yanında duran turuncu loş ışığın yandığını fark ettim. Halbuki eve girdiğimde ışığı açmadan direkt yatağıma gömülmüştüm ve uyuyakalmıştım. Acaba Ege gelip açmış olabilir miydi?

Vücudumu yavaşça hareket ettirmek istedim ama bu da mümkün olmadı. Kaslarım çatılırken göğsümün üzerinde bir ağırlık hissettim ve hızlıca baktım.

Bir iple bağlanmıştım. Refleks olarak daha çok hareket etmeye başladığımda bir yandan da bağırıyordum.

Biliyorum, biliyorum yine rüyadaydım.

"Rüya... Birazdan uyanacağım ve her şey aynı olacak." Derin bir nefes almaya çalıştım ama yalamadım. Göğsümün üzerinde bağlı olan ip sıkıca bağlandığından buna izin vermiyordu.

"Çok saçma..." Mırıldandım. "Her şey... Birazdan uyanacağım." Tepemde bir hareketlilik hissettiğimde başımı hızlıca kaldırdım ve tepemde dikilen kişiye baktım.

"Demir?" Gözlerimin umutla ışıldadığından emindim.

"Rüyama nasıl girdin bilmiyorum ama bu ipi çöz ne olursun, birazdan o Avcı gelecek ve beni yine öldürecek." Gözlerim doldu.

"Avcı sanırım Ares." Yutkundum. "Ne olur çöz beni, yine aynı acıyı yaşamak istemiyorum." Demir donuk gözlerle bana bakarken ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Arkada tuttuğu elini öne çıkarttığında bir bıçak tutuyordu.

"Yanlış tahmin, Era."

***
modal aç
modal aç
modal aç