Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
keyboard_arrow_right

"1.bölüm: Kabus"

@estellagodwin2
Soğuk.

Soğuğu hissediyorum; ama beni değişik hissettiren kesinlikle soğuk değil. Üzerime yağan karı hissediyorum, titreyen bedenimi hissediyorum, ağzımdan çıkan buharı görebiliyorum. Ama soğuğa alışığım, sanki doğduğum andan beri benimleymiş gibi. Beni etkileyen kesinlikle soğuk değil.

Acı.

Hayır, etkilendiğim şey acı da değil. Canımın yanması şu an için dert değil. Alışığım, acı beni pek etkilemez. Kolumun kopacağını bilsem yine de sesimi çıkarmam. Acı eşiğim yüksektir.

Korku.

Zihnim bu kelimenin üzerinde biraz fazla durdu. Ardından onu kendi içinde şekillendirdi, belirli bir kalıba soktu. Evet, hissettiğim şey kesinlikle korkuydu. Korkunun derinliği yüksekti, köklerini damarlarıma salmış oradan besleniyordu. Beni kötü hissettiren korku, bilinmezlikti. Kim olduğumu, nerede olduğumu ya da neden bu soğuk yerde olduğumu bilememe korkusu beni bitiriyordu.

Yavaşça başımı tutarak ayağa kalktım, boşta kalan sol elimle soğuk duvara tutundum. Boş bir depodaydım. Tepesi açıktı ve üzerime kar yağıyordu. Uyuşan elimi hissetmiyordum, tıpkı uyuşan vücudum gibi. Birkaç saniye etrafıma bakındım, tanıdık bir yer değildi. Buraya nasıl geldiğimi, kimin getirdiğini bilmiyordum.

Tek bildiğim buradan kurtulmam gerektiğiydi.

Ağır adımlarla deponun ışık alan yerine doğru yürümeye başladığımda, kapının orada olabileceğini düşündüm. Gözümün önü kararıyordu ama dayanamayacağım gibi de değildi. Yavaşça yutkunurken, acının beni yıldıramayacağını kendime söyleyip duruyordum.

Yalpalayarak kapının önüne geldiğimde, görüşüm hafifçe bulanıklaştı. Gözlerimin önünde siyah noktalar gezinirken, kaşlarımı yukarı kaldırıp görüşümü düzelmeye çalıştım. Elim enseme gittiğinde, ağzıma kötü bir tat geldi. Yüzümü ekşitirken, yutkunmaya ve tadı yok etmeye çalıştım ama nafileydi.

Derin bir nefes aldım ve dışarıya ilk adımımı attım. Ormandaydım. Bu ormanı biliyordum, daha önce de gelmiştim çoğu kez. Ama yine tek başımaydım ve yine yönümü bulamıyordum.

Tekrardan yutkunmaya çalıştım, biraz yürüdüm; sonunda kendimi bir uçurumun kenarında buldum. Buraya nasıl geldiğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Ayaklarım beni buraya getirmişti sanki.

"Her güzel şeyin bir sonu vardır." Kaşlarımı çatarak arkamı döndüm, yüzü gölgelere esir olmuş bir adam elinde tuttuğu baltayla bana bakıyordu.

"Hiç sordun mu kendine," derin bir nefes aldı. "Neden hep burada uyanıyorum?"

İçimden ağlamak geldi.

"Sordum." Ellerimin iki yanıma indirdim, ardından kollarımla bedenimi sardım. "Defalarca."

"Cevabını aldın mı?" Sesi küstah çıkıyordu biraz da alaycıydı. İçimden nefret dalgası geçti. Yüzümü sabit tuttum ve duygularımın esiri olmadan sadece ben olan halimle cevap verdim:

"Almadım." Omzumu silktim ve aklıma gelen düşünce yüzünden alayla gülümsedim. "Sen benden daha meraklısın herhalde bu sorunun cevabı için." Yüzü tahriş saklamadı. Ağzı şaşkınlıkla aralandı hafifçe ama gözlerindeki sinsi bakış kaybolmamıştı.

"Kaç kere öldürüldün rüyalarında?" Yutkundum.

"Saymayı bırakalı çok oldu."

"Şimdi başına gelecekleri biliyor musun?" Ona karşımda bir aptal varmış gibi bomboş baktım.

"Öldürecek misin?"

"Olabilir." Güldüm. Ruhsuzluğum aşırı derecede sinirlerimi bozuyordu. Aslında böyle değildim hiç ama bu bir rüyaydı. Belki de bunun rahatlığı vardı üzerimde.

"İlk kez olan bir şey değil." Sessizce uçuruma döndüm ve aşağıya baktım. Yükseklik korkum vardı. Yağan kar taneleri köpüren denize dökülüyordu.

Denizi sevmezdim, en azından yakınlarında olmaktan hoşlanmazdım. Geçmişteki izi hala geçmemişti çünkü. Yıllardır acısını taşıyor aynı zamanda aynı acıyı defalarca yaşıyordum. Köpüren denizin sesi kulaklarımı doldurduğunda, gözümden akan tek damla yaşı hemen sildim ve bekledim. Çoğu gece yaşadığım acıyı. Rüyalarımda defalarca kez öldürülmüş ve hepsinde de aynı acıyı yaşamıştım.

Enseme gelen sert balta darbesiyle ağzımı açtım, gözlerimi kapattım. Elim direkt olarak enseme gitti ve akan kanın yoğunluğu midemi bulandırdı. Başım öne doğru düşerken, vücudum dengesini sağlayamadı ve uçurumdan aşağı sürüklenmeye başladım.

Bu dehşet verici bir şeydi. Bundan sonra yoktu artık. Karanlık. Bir son.

"Era!" Hızla gözlerimi açtığımda kan ter içinde kalmış, derin ama hızlı nefesler alıp veriyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki ilk defa bir rüyamda bu kadar hissetmiştim öldüğümü. Birkaç dakika nerede olduğumu algılayamadım ve boş boş etrafıma baktım. Ağzımda yayılan kötü tadın gitmesi için yutkundum.

Tepemde duran babaannem bana şaşkınlıkla bakıyordu. Odanın loş turuncu ışığında gözleri simsiyah görünüyordu. Korkuyla tekrar yutkunurken, bunun yalnızca bir rüya olduğunu kendime hatırlattım.

"Ne var?" Ağzımdan ilk çıkan kelimeler bunlardı. Daha ne kadar toplayabilirdim cümlelerimi bilmiyordum.

"Ege gelmedi." Sesi endişeli çıkıyordu. "Söyledi mi sana nereye gideceğini?" Gözlerimi kapattım ve sıkkın bir şekilde derin nefes aldım.

"Söylemedi."

"Çok geç oldu," endişeyle alnını ovdu. "Başına bir şey gelmiş olmasın?" Gözlerimi açtım ve ona dikkatlice baktım.

"Çocuk mu bu, babaanne? Gelir işte birazdan." İkiz kardeşimin peşinde koşmaktan bıkmıştım. Babaannemin gözleri yine endişeyle dolduğunda, derin bir nefes aldım ve üstümde ki yorganı ayağımla ittim. Odanın soğukluğu çıplak bacaklarıma vururken aldırmadım ve yataktan kalktım. Dolabımdan pantolon ve kazak aldım, babaannemin dikkatli bakışları eşliğinde giyinirken, aklımdan Ege'yi nerelerde arayabileceğimi geçiriyordum.

"Gidiyorum tamam mı?" Onay bekler gibi ona baktım. "Rahat etsin için." Babaannemi çok seviyordum ve ona kıyamıyordum. Bu hayatta sahip olduğumuz tek kişi oydu. Yüzümden üzüntü geçti. Bu kadın her gece geç saatlere kadar Ege'yi bekliyordu. Ona saygı duyuyordum çünkü ben onun kadar endişelenmiyordum.

"Birazdan salağı bulur gelirim, merak etme sen." Hüzünle gülümsedi ama daha da endişelenmişti.

"Dikkatli ol." Üstüme askıda duran montumu geçirdim ve telefonumu cebime koydum. Vestiyerde duran botumu alıp giydim, dışarıda yağan kara hazırdım.

Kapıyı açtığımda soğuk rüzgar yüzümü yalayıp geçti. Ensemi montuma gömerken, ellerimi cebime soktum ve kar kokusunu içime çekerek yürümeye başladım. Rüya gördüğüm için terlemiştim ve şimdi de soğuğa çıkıyordum. Kesinlikle hasta olmak için yer arıyordum.

Büyük ihtimal erkek kardeşimi bir yerde içki içmiş ve sızmış olarak bulacaktım. Bu çocuk 19 yaşındaydı ve ciddi manada bir aptal gibi davranıyordu. İçindeki kötü sesleri durduramadığını ve bu yaptıklarının ona müthiş bir zevk verdiğini söylerdi.

İçindeki ses sadece bir bahaneydi.

Eğer bir şey yapmak istiyorsa sadece kendim yaptım, canım istediği için diyemiyordu, içimdeki kötü hisleri durduramadığımdan yaptım, diyordu.

Annemiz ve babamız yoktu. Bize babaannem bakıyordu küçüklüğümüzden beri. Her zaman böyle olmuştu. Ege hep sorumluluk isteyen bir çocuktu. Kavga mı etti? Babaannesini arayın. Bir yerde içki içip sızdı mı? Era burada o halleder.

Derin bir nefes daha çektim içime ve sıkıntılı bir şekilde yürümeye devam ettim. Ayakkabımla karın üstüne bastığımdan insanın sinirlerini bozan bir ses çıkıyordu.

Çalıştığım dükkanın önünden geçerken, hafifçe başımı içeriye uzattım. İçeride dikkatimi çeken bir şey olmayınca yoluma devam ettim.

Sekizinci sınıftan beri o dükkanda çalışıyordum. Aldığım biraz para, birkaç kitap ve güzel boya malzemeleriydi. Yaşıma karşın oraya yıllarımı verdim diyebilirdim. Hayatım o küçük dükkanın kir tutmuş duvarları arasında geçiyordu. Başka bir derdim yoktu. Üniversite sınavına hazırlanıyordum, lise de son senemdi ama bir üniversiteyi tutturma gayreti içinde de değildim. Evet, çalışıyordum ama yaptığım günde birkaç test çözmekten ileriye gitmiyordu. Hayallerim büyük değildi, belki kendime küçük bir kafe açardım, belki bir sanat galerisinde çalışırdım. Hayata dair çok beklentim yoktu sonuçta ölüm vardı ve ne zaman geleceği belli olmazdı.

Başımı iki yana salladım ve bu melankolik havadan sıyrıldım. Yaşadığımız yer şirin bir sahil kasabasıydı. Etrafı denizle çevriliydi, bu herkes için harika bir şey olabilirdi ama benim açımdan kesinlikle berbattı.

Burada fazla bar yoktu, arkadaşlarla takılacak bir yer arıyorsanız orası kesinlikle İblis'in koynu olurdu. Derin bir nefes aldım ve bacaklarım istemese de bedenimi o barın olduğu caddeye çevirdim. Bu tür yerler bana göre değildi, gelmezdim. Arkadaşlarımla daha sakin yerler tercih eder, Tekila yerine sütlü kahve içerdim. Ama ikiz kardeşim kesinlikle benimle aynı düşüncede değildi.

Barın önüne geldiğimde, içeriden gelen müzikle kaşlarımı çattım, yüzümü aydınlatan kırmızı ışık eşliğinde, kapıda duran güvenliğe, belirsiz bir bakış attım. Bu bakıştan çok şey çıkarabilirdiniz; korku, endişe ya da sadece içmek için geldim bakışıydı bu.

"Evet?" Kollarını göğsünde bağladı.

"Erkek kardeşimi arıyorum." Yüzü gerildi.

"Anaokulu burada değil, iki sokak ileride." Kaşlarım kendiliğinden daha derin çatılırken, boğazımı temizledim.

"Burada. Onu alıp gideceğim." Gözlerini kıstı ve yüzüme doğru yaklaştı. Ama sadece yaşımı öğrenmek için yaptığı bir hareketti bu.

"19 yaşındayım." Sormadan söyledim. "Eğer inanmıyorsan cüzdanım yanımda gösterebilirim. Ehliyetim var." Benden uzaklaştı ve başını iki yana salladı.

"Geç, bul ve çık." İçeriye sağ ayağımla adım attığımda, burnuma gelen kötü kokulara aldırmadım ve direkt olarak localara yöneldim. Dans eden terlemiş insan bedenleri bana çarparken, onları bir yana ittim ve önümü açtım.

"Iyy," Hepsine tiksintiyle baktım. Acaba sabah uyandıklarında baş ağrıları ne derece kötü oluyordu?

Renkli ışıklar gözümü kör etse de aradığımı buldum, derin mavi gözlerle, göz göze geldiğimde sıkılmadan yanına gittim ve kolunu tuttum.

"Gidiyoruz." Kaşlarını çatarak kolunu elimden kurtardı.

"Rahat bırak." Yanında arkadaşları ciddiyetle bize bakıyordu. Onlara aldırmadım.

"Ege," Sesim bir tür uyarıcı niteliğindeydi. "Lütfen." Bunun altında daha anlamlı duygular vardı. Rica değildi.

Birkaç saniye birbirimize baktık, aslında şu an güçlü gibiydim ama beni bıraksalar kesinlikle oturur ağlardım, çünkü yorulmuştum. Kesinlikle yorulmuştum. Bir bebek gibi bu çocuğun peşinden koşup, arkadaşları tarafından "anne" diye dalga geçilmekten yorulmuştum.

Halbuki bana kimse sahip çıkmıyordu.

Boşta kalan elimin yumruğunu sıkarken, burnumdan öfkeyle nefes verdim.

"Gidelim." Sözümün dinlenilmemesi beni deli ediyordu. Serbest kalan eliyle masadaki küçük dolu bardağı fondip yaptı ve ağır bir şekilde yerinden kalktı.

"Yarına görüşürüz." Bir buluşma sözü verilmişti bile. Ama bu sefer umurumda olmayacaktı. Buraya mı gelecekti? Umurumda değildi. İçip sızacak mıydı? İsterse ölebilirdi. Bundan sonrası kesinlikle benim sorumluluğumda değildi.

Barın çıkışına geldiğimizde, arkamızdan bize seslenildiğini duydum fakat duymamış gibi davrandım ve Ege'nin kolunu daha sert çekerek kapıya ulaştım. Ancak omzuma konan ellerle duraksayabildim. Yavaşça arkamı döndüm ve hafif esmer bir adamın gözlerini üzerimde gezdirdiğini fark ettim.

"Ne var?" Kaşlarımı çatıp koyu kahverengi gözlerine bakmaya başladım.

"Onun borcu var." Tahmin edilmeyecek bir şey değildi.

"Ne kadar?" Yanımda çok az miktarda bir para vardı. Ödeyebileceğim bir tutar demeyecekti biliyordum ama en azından birazını kapatabilirdi.

"Düz hesap 400." Tepki vermemeye çalışsam da yutkunmadan edemedim.

"Normal hesabı ne kadar da düz hesabına 400 diyorsun?" Sırıttı.

"İnan bana düz hesabı kadar kolay ödeyemezsiniz." Elini omzuma koydu. "Sana dostane bir tavırla yaklaşıyorum, yakın zamanda öderseniz sizin açınızdan çok iyi olur." Omzumda duran eli indirdim.

"Tavsiyene ihtiyacım yok, yarına gelir öderim borcunu." Ege sarhoş olduğundan konuşmamızdan hiçbir şey anlayamamıştı. Ancak benim içimde dalgalanın sular köpükleniyordu. Ayaklarım çabucak eve gitmek istiyordu. Eve gidip yatağıma yatmak ve cenin pozisyonunda düşünmek.

Nasıl öderdim parayı? Kimden borç alırdım?

İçimden bağırıp çağırmak gelse de çenemi tuttum. Boğazımı acıtan bir acı vardı, bir yumru. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım bu çocuk asla adam olmayacaktı.

Annem gibi olamayacaktım.

Yolda kimsenin olmaması benim için iyiydi, daha hızlı ve şiddetli yürüyebilir bu yolda kimsenin canını yakmazdım. Hızlı hızlı burnumdan nefes alıp verirken sinirli ruh halimi üzerimden atmaya çalışıyordum.

Evimizin önüne geldiğimizde hızlı hızlı kapı tokmağını çektim. Birazdan kopacak yaygaranın sadece kısa bir gösterimiydi bu. Babaannem korku dolu bir suratla kapıyı açtığında, kolunu tuttuğum kardeşimi içeriye attım. Ayağımda duran botlarımı sinirle çıkarıp bir köşeye fırlatırken, ağlamamak için kendimi kastım.

"Bıktım!" Kıyameti koparan ilk cümle bu olmuştu. Ege bir koltuğa oturmuş, boş mavi gözlerini bana dikmişti.

"Senin bakıcın olmaktan bıktım!" Elimi alnımda duran küçük saçlarıma götürdüm ve sinirle onları çektim. Çığlık atmadım sadece bağırdım.

"Benim de bir hayatım var! Hayallerim, yaşamım!" Dolan gözlerimle ona döndüm ve işaret parmağımı ona doğrulttum. Bu hareketim onu zerre etkilemedi.

"Her zaman etrafında koşturup, iyiliğin için peşinde dolanmaktan bıktım! Hiç girmediğim barlara girmekten, sokak aralarında seni toplamaktan bıktım!" Derin derin nefesler aldım. Babaannem köşede bir koltuğa oturmuş ses çıkarmadan dinliyordu.

"Ee, yapma?" Birkaç saniye diyecek söz bulamadım.

"Yapma?" Sesim kısık çıkmıştı. "Demesi çok kolay öyle değil mi?" Yanına gidip suratını şiddetli bir şekilde tuttum.

"Seni geri zekalı ben bunları yapmasam, sen bir yerde geberip kalırdın şimdiye! Aklın alıyor mu bunları?" Ağlamamaya çalışmak korkunç bir şeydi. Durdurmaya çalışınca daha beter oluyordu.

Evde müthiş bir sessizlik oluştu, bu nedense bana ağır geldi ve yere çöküp ağlamaya başladım.

Güçsüz değildim ama sinirliydim. Hem de felaket derecede. Evin içinde yalnızca benim hıçkırıklarım duyuluyordu.

"Nerede yanlış yaptım?" Sesim sitemli çıkmıştı. "Nerede hata yaptım? Neden böyle oldu?" Kendi kendime söyleniyordum. Çok üzgündüm, hem de çok.

Hıçkırıklarım sonunda kesildiğinde, kapının çaldığını duydum. Gözüm duvar saatine kayarken, saatin epey bir geç olduğunu gördüm ve sinirle kaşlarımı çattım. Kazağımın yeniyle gözlerimi kuruladım ve ayağa kalktım. Babaannem oturmuş, ellerini yüzüne koymuş düşünüyordu, kardeşimse koltuğa yaslanmış ve gözlerini bir yere dikmişti. Düşündüğü tartışılırdı.

Hafif adımlarla kapıya gittim, kimin olduğuna bakmadım. Şu saatten sonra eli tüfekli katil gelse ne olurdu ki? Haberlere çıkacak bir manşetten fazla ne olabilirdi?

Kapıyı açtığımda suratıma soğuk rüzgar çarptı. Ardından üzerini sıkı giyinmiş bir gençle göz göze geldim. Buz mavisi gözleri tanıdık gelse de aldırmadım. Sonuçta günde binlerce kişinin yanından geçiyorduk ve illaki birileriyle göz göze geliyorduk.

İlk ne diyeceğimi bilemedim, ardından cümlelerimi toparlamaya çalıştım.

"Kime bakmıştınız?" Bir şey demeyeceğini düşünmüştüm ama yüzünde samimi bir gülümseme oluştu ve mavi gözleri sıcaklıkla parladı. Ne yazık ki aynı tepkiyi ona gösteremedim. Az önce yaşadığım duygu patlaması nedeniyle boş gözlerle onu süzdüm.

" Rahatsız ettim kusura bakmayın," Başını uzatıp içeriye baktı. "Burada bir arkadaşım oturuyordu da," Eliyle ensesini kaşıdı. Boş gözlerim Ege'ye döndü.

"Tanımıyoruz," Kardeşimin boş ağzından sadece bu kelimeler çıktı.

"Tanımıyormuşuz." Omzumu indirip kaldırdım.

"Ah," Kaşları şaşkınlıkla kalktı. "Sanırım yanlış adrese geldim." Başımı aşağı yukarı salladım. "Tekrardan rahatsız ettiğim için kusuruma bakmayın."

Başımı iki yana salladım ve bükülmeyen dudaklarımı gülümseye zorladım.

"Sorun değil." Arkasını döndü, gidecekti. Kapıyı kapatacağım zaman tekrardan bana döndü, bu sefer yüzünde endişe vardı.

"Buralarda bir avcının dolaştığını duydum, tehlikeli bir adammış, dikkatli olmanızı öneririm." Günde kaç kere çattığımı unuttuğum kaşlarımı tekrardan çattım. Avcıdan kastı neydi anlayamamıştım.

"Dikkat ederiz, teşekkürler." Kapıyı kapattım.

Ardından kimseye bir şey demeden odama geçtim ve kapıyı kilitledim. Üzerimi değiştirirken düşünüyordum. Geleceğimi, yapacaklarımı, yaşayacaklarımı.

Halbuki önceden yaşamaya değer bir hayatım olmadığını zannediyordum. Kendimi yatağa bıraktığımda, derin bir nefes çektim içime ve yüzümdeki yaraya dokundum hafifçe. Çok küçük bir yaraydı, elmacık kemiğimin üzerinde duruyordu. Geçirdiğim kazadan kalma bir hatıraydı. Birde ensemde bir iz vardı, o büyük bir izdi ancak onun ne zaman meydana geldiğini bile bilmiyordum.

Gözlerimi kapattım.

"Ateşle oynamayı seviyorum sanırım." Halbuki ateşten korkardım. Yavaş yavaş gelen uykum bana eziyet ediyor gibiydi. Geliyordu ama bir türlü uykuya dalamıyordum. Beni engelleyen bir şeyler vardı.

Hızla yatakta doğruldum ve her uyumaya çalıştığımda gözlerimin önüne gelen gözleri düşündüm.

Bana uykularımı zehir eden yeşil gözleri.

modal aç
modal aç
modal aç