Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left5.
Bölüm
keyboard_arrow_right

"4.bölüm: Ares"

@estellagodwin2
Gökyüzü yavaşça aydınlanırken, çenemi ellerimin arasından çektim ve bakışlarımı yavaşça kapıya çevirdim. Saat daha çok erkendi ama ben erken saatlerde dükkanda olmayı seviyordum. Yavaşça derin bir nefes aldım ve ısıtıcının sesiyle rahatlamaya çalıştım. Elimde tuttuğum fincandaki sütlü kahve soğumuştu. Yavaşça yerimden kalkarken bir anlığına başım döndü ve kalktığım sandalyeye tutundum. Büyük ihtimal tansiyonum düşmüştü. Bu hastalık bizde genetikti. Annem, babam ve babaannem başta olmak üzere herkeste hipertansiyon vardı. Yutkundum ve kaşlarımı çatarak, dükkanın arka odasındaki küçük mutfağa gittim. Su ısıtıcısına suyu koyarken bardaktaki kahveyi lavaboya boşalttım ve bardağı çalkaladım.

Bugün okul olmasına rağmen ben okula gitmiyordum. Benim içi n pek sorun değildi okula gitmemek. Devamsızlığım pek fazla yoktu, zaten 12. Sınıftım ve devamsızlık olsa bile müdür yardımcımızın tolerans göstereceğini umuyordum. Tekrardan derin bir nefes alırken, dışarıdan kapının açıldığını duydum. Hızlı adımlarla içeriye koştum, dükkana elinde koliler olan adamlar gelmişti.

"Hoş geldiniz," diyerek onları selamladım ve elimle uç köşeyi gösterdim.

"İsterseniz şuraya koyun." Bunlar yeni sipariş ettiğimiz kitaplardı. Birazdan onları raflara dizerdim ve kitaplarımız yeni sahiplerini beklerdi.

"İmza atar mısın?" Kırklarının başında olan adam bana doğru yaklaşırken kurumuş dudaklarımı ıslattım ve başımı hafifçe sallayarak yanına gittim.

"Nereye atıyorum?" diye mırıldanırken, adam eliyle imzalayacağım yeri gösterdi. Arkada çalışan gençler kolileri köşeye bırakıyordu.

"İşte kitap listesi," Adam elime uzun bir liste tutuşturdu, kaşlarımı daha derin çatarak listeyi inceledim. Sipariş ettiğimiz tüm kitaplar burada mevcuttu.

"İçinde eksik varsa ararız," diye mırıldandım. Adam yavaşça başını salladı ve dükkanın kapısına doğru yürüdü. Diğer çocuklarda çıkarken onlara gülümsedim.

"Kolay gelsin," dedim ve yavaşça kapıyı kapattım. İçeride yedi kutu vardı. Hepsini rafa dizmek kesinlikle zor olacaktı. Mutfaktan su ısıtıcısının sesi gelirken, sıkıntıyla ofladım ve kutuları açmaya gittim.

İçinde o kadar çok kitap vardı ki, listeden kontrol etmeye başlasam akşamı bulurdu. Tekrardan sıkıntıyla iç çektim, daha sabahın sekiziydi, hava yeni aydınlanıyordu, dışarıda kar vardı. Kutuları maket bıçağıyla açarken homurdanıyordum.

"Kolileri açıp onları yerleştirmekten hiç hoşlanmıyorum," Üzerimde duran ceketi çıkardım ve sadece beyaz kazağımla kaldım.

Kitapları alfabetik sırayla yerleştirdiğimde bu işlem sadece bir saatimi almıştı ama bana daha uzun bir süre gibi gelmişti. Yorgunca iç çekip, mutfağa yöneldim ve tekrardan su ısıtmaya başladım. Sütlü kahve çıkarıp bardağa boşaltırken, dün gece uykumu tam alamadığımı düşünüyordum.

Yine kötü bir rüyaydı ama bu sefer bir avcı değil de kurtarıcı vardı. Beni kurtarmıştı. Yüzünü görmedim, sadece sesini duydum. Ama o bile güvende hissetmemi sağlamıştı. Bıkkınlıkla camdan dışarıya baktım, kar taneleri cama yapışıyordu, bu görüntü hoşuma gitmişti. Umarım günün birinde kendi kitapçımı ya da sanat evimi açabilirdim.

Kahve bardağımı elime alıp kasanın arkasına geri döndüm ve sandalyeme oturdum. Okuduğum kitaba geri döndüm. Burada huzurluydum. Ege adında bir derdim yoktu en basitinden. Büyük ihtimal okuldaydı ve coğrafya dersindeydi. Ya uyuyordu ya da dersi kaynatmaya çalışıyordu. Bu ikisini yapmıyorsa eğer dersten kaçmıştı.

Ege'yi kimseye anlatamadığım kadar seviyordum. Ona çoğu zaman kızıyordum, bazen nefret ediyordum ama o üzüldüğünde en çok ben üzülüyordum. Bu hayatta sahip olduğum iki insandan biriydi. Başka kimim vardı ki benim?

Kitapta kaldığım yere ayraç koydum. Kafam nedense kaldıramadı okumayı bıraktım. Aklımda başka düşünceler, dilimde başka kelimeler varken nasıl bu kitabı okuyabilirdim ki? İçinde bulunduğum ortamı her yalnız kaldığımda yaptığım gibi tekrardan inceledim. Küçük bir kitapçıydı. Duvardan aşağıya sarkan yıldızlar vardı; bunu ben istemiştim. Yıldızlara karşı ayrı bir ilgim vardı.

Onları izlemeyi severdim.

Isıtıcının hafif sesi ve yeni gelen kitapların kokusu çok hoştu. Arada bir burnuma gelen oda parfümüyle birleşince kendimi cennette gibi hissediyordum. Hafifçe gülümsedim. Süleyman abiyi seviyordum. Bana her zaman abilik etmişti, beni dükkanına almıştı ve iş öğretmişti. Zor durumlarımda yardımcı olmuştu, her konuda ona güvenmemi sağlamıştı. Ben bunları düşünüp gülümserken kapının üzerindeki zil çaldı ve kapı kapandı.

Evet, zili de ben taktırmıştım.

Oturduğum yerden kalkmadım, zaten gelen kişide rafların arkasına gitmişti. Orada tarihi kitaplar olurdu. Yanına gitmedim, rahatsız olabileceğini düşündüm. Eğer yardıma ihtiyacı olursa beni çağırırdı zaten, değil mi?

Tekrardan derin bir nefes alırken, iki elimi yumruk yaptım ve çenemin altına koydum. Ayak seslerini dinlemeye başladım. Çok yavaş yürüyordu, sanki her kitapta duruyor ve onu inceliyordu. Sayfaların değiştirilme sesi kulaklarıma doluyordu. Çok narin bir sesti bu. Dikkatli dinlenirse eğer duyulabilirdi.

Kitaplara bakan kişinin adımları hızlandı ve rafın arkasından çıkarak bana doğru gelmeye başladı. Elinde iki adet kalın kitap vardı. Bakışlarımı ayakkabılarından yüzüne doğru çıkardığımda kalbimin hızlandığını fark ettim.

Neler oluyordu böyle?

Derin bir nefes aldım ve hafifçe gülümsedim.

"Hoş geldiniz." Sınıf arkadaşım Ares bana anlamsız bir bakış attı ve elinde tuttuğu kitapları kasaya bıraktı. Buraya gelmişti. Neden gelmişti? Ben neden böyle tuhaf hissetmiştim, heyecanlanmıştım? Ayrıca neden sırıtmamaya çalışıyordum?

"Ben Era," Diğer taraftaki kitaplara bakıyordu, bunu söyleyince bana geri döndü.

"Öyle mi?" diye mırıldandı.

"Evet," kafamı gururla kaldırdım. "Aynı sınıftayız ama pek konuşmuyoruz," Neden bu detayı vermiştim ki? Bunu söylediğim için utanmıştım.

"O yüzden tanımıyor olabilirsin." Sözümü nasıl bitireceğimi bilemedim. Bana daha dikkatli bakarken, hala gülümsemeye çalışıyordum. Sessizlikten hoşlanmıyordum.

"Neden okulda değilsin peki?" Derin bir nefes aldım. Gerçeği söylesem garipser miydi acaba?

"Şey," hafifçe kaşlarımı çattım. "Burada çalışıyorum ve buranın sahibi Süleyman abinin cenazesi vardı." Boğazımdaki gıcığın geçmesi için hafifçe öksürdüm. "Bugünde yeni kitaplar gelecekti o yüzden bende bugün çalışmak istedim."

Yüzünde kibirli bir gülümseme yer aldı. Beni olması gerektiğinden daha fazla incelerken, kaşlarımı çattım ve yerimde rahatsızca kıpırdandım.

Sanki vücuduma değilde ruhuma bakıyor ve ne düşündüğümü öğrenebiliyordu. Bu düşünce beni rahatsız ederken, hafifçe boğazımı temizledim ve tekrardan gülümsedim. Üzerinde bir kaban vardı, altında siyah bir pantolon. Kabanın önü açık olduğundan siyah bir gömlek giydiğini gördüm. Sanki üzerindeki siyahlıklar bedenini değil de ruhunu yansıtıyordu. Boğazından başlayan dövmeleri vardı, karışık imgelerdi ve dövmenin ne olduğu anlaşılmıyordu. Çok tuhaf ama çekiciydi?

Bugün o da okula gitmeyecekti anlaşılan.

"Şey," Raftaki kitaplara baktım. "Sanırım sende bugün okula gitmeyeceksin." Elimin uyuştuğunu hissettiğimde, hareket ettirmek istedim ancak parmaklarımın arasında tuttuğum kahve bardağımı unutmuştum. Bardak masaya devrilirken, irkildim ve ardından kendime sinirlendim.

"Kör şeytan." diye tıslarken, çekmeceyi açtım ve ıslak mendil çıkardım. Masaya güzelce silerken, Ares'in beni izlediğini fark ettim. Ona gülümsedim.

"Kitap önermemi ister misin yoksa aradığın bir kitap var mı?" O bana gülümsemeye devam ederken konuştu:

"Suçu şeytana atmak ne kolay, öyle değil mi?" Bu onu daha fazla güldürdü. Ben ise bunu komik bulmak yerine ürkmüştüm.

"Anlayamadım?"

"Uğultulu Tepeler." Yüzümü kaşıdım. "Uğultulu Tepeler var mı?" Başımı hızla aşağı yukarı salladım.

"Bugün geldi, şanslısın." Sırıttı.

"Çoğu zaman."

Kasanın arkasından çıktım ve Ares'in yanına gittim. Başımı kaldırıp üçüncü rafa baktım, ardından onu alabilmem için gereken basamağı aradım. Mutfak kapısının önünde duruyordu.

"İstersen ben kitabı alana kadar sana kitabın ilk baskısını verebilirim." Camlı vitrine baktım. Anahtarı tezgahın üzerinden aldım ve vitrinin kilidini açtım.

"Çok eski, sayfaları da kopmak üzere ama bakmaya değer." Kapının yanına gidip basamağı elime aldım. Ares sayfaları dikkatlice çeviriyordu.

"Süleyman abi onu ihaleden aldı. Çok önemli onun için." Basamağa tırmanmaya başladım. Ares kitabı inceledi ve kapağını kapattı. Ardından bana baktı. Ben kitabı alırken, ani bir baş dönmesiyle gözlerim karardı, gerçekleşecek olan klişe sahne midemi bulandırırken, düştüm. Ama yere düşmemiştim aksine yumuşak kollar beni tutmuştu. Gözlerim sımsıkı yumulmuştu.

"Öldüm mü?" Sesli bir şekilde yutkundum. Başımı yere vurup, beyin kanamasından saniyesinde ölmem mümkün müydü?

"Henüz değil." Dibimde Ares'in mırıldanan sesini duyduğumda, hızla gözlerimi açtım ve onun kucağından yere zıpladım.

"Çok şükür." Elimle alnımı sildim. Elimde sıkıca tuttuğum kitabı ona verirken, kızaran yanaklarımı göstermemek için başımı öne eğdim ve kasaya bırakılan ilk basımı alarak camlı vitrine yerleştirdim.

Bu vitrinde çoğu kitap ilk baskıydı, arada bir onları açar havalandırırdım. Bazılarının yaprakları eskiden zarar gördüğü için küflenirdi, Süleyman abi onları küflerden arındırmaya çalışırdı.

"İsterseniz burada okuyabilirsiniz, çay veya kahve servisimiz var." İyi bir ev sahibi gibi davranmalıydım. Buraya ilk kez geliyordu yoksa daha önceden onu kesinlikle görürdüm. Derin bir nefes aldı ve aldığı kitaplara şöyle bir baktı.

"Oturulacak bir masa gösterebilir misin?" Başımı hızla salladım. "Borcumu söylemedin?" Karışan aklımla bir saniyeliğine duraksadım.

"Okuduktan sonra yani giderken ödeyebilirsiniz." Aklına bir şey gelmiş gibi sırıttı. İnci gibi parlak dişleri gözler önüne serilirken, sigara kullanmadığına kanaat getirdim. Eğer kullansaydı şimdiye kokusu burnuma gelirdi, oysa o çok daha doğal kokuyordu. Kokusunu tarif edemezdim. Ama kesinlikle vanilya değildi.

Ege sigara içerdi, babaannemin haberi yoktu, bazen okuldan dönüşte, bazen de evin önünde babaannem uykudayken. Bağımlısı değildi, çok şükür bunun bağımlısı değildi...

"Şöyle ilerleyin," Elimle bir masa gösterdim. "Buraya oturabilirsiniz. İstediğiniz bir şey var mı?"

"Hayır yok," Sandalyede rahatça oturdu. Uğultulu Tepeler'i açtı ve ilk sayfasında göz gezdirdi.

"Bir şeye ihtiyacınız olursa lütfen haber verin." Arkamı döndüm, gidecekken bana seslendi. Sesinde tuhaf bir alay söz konusuydu.

"Madem sınıf arkadaşıyız," Bakışlarımı ona çevirdim. Dudakları hınzır bir gülümsemeyle bükülmüştü. "Sizli bizli konuşmaya gerek yok." Gözlerimin içine baktı, yeşil gözleri yaramaz bir pırıltıyla doluydu. "Samimiyet hoşuma gider."

Başımı aşağı yukarı salladım. Yalan söylemeyeceğim, bu adam sınıfa geldiğinden beri onunla az da olsa konuşmak istemiştim. Bunun nedeni yakışıklılığı değildi, sadece beni onunla konuşmaya iten bir his vardı içimde. O sanki kalbimde ve aklımda cevap bulamadığım tüm soruların anahtarıydı.

"Tabii, ihtiyacınız olursa haber verin." Dudağımı hızla ısırdım. "Yani ihtiyacın olursa." Tekrardan arkamı döndüm ve hızlı adımlarla kasa arkasına geçtim. Arkamdan onun gülme sesi geldi fakat dönüp de bakmadım.

Bende okuduğum kitabı açarken, şaşkınlıkla düşündüm. İkimiz de aynı kitabı okuyorduk. Bu güzel bir tesadüf müydü acaba?

"Ne tuhaf bir kitap öyle değil mi?" diye mırıldandım. Amacım onunla aynı ortamda sessiz kalmamaktı. Halbuki adam kitap okurken onu rahat bırakmam gerekiyordu.

"Saplantılı bir aşk ama asla güzel bir aşk değil. Kandırmacalı ve kendileri de dahil herkese zarar veriyorlar." Bakışlarını bana çevirdi. Gözleri düşünceliydi.

"Ama bundan zevk almıyorlar mı? Saplantı onlara zevk veriyor." Sustum. Kesinlikle fikirlerin bir dili olsaydı bizim dillerimiz çok ayrı olurdu.

"Tabii o da mümkün..." Mırıldanan sesimden anladığı kadarıyla gülümsedi ve kitaba geri döndü. Bende geri döndüm ancak fikirlerimi toparlayamıyordum. Kitabı okuyordum ama bir türlü onu beynime yerleştirip olayları ilerletemiyordum.

Bende gizlice Ares'e bakmaya başladım. Bazen benim ona baktığımı anlamaması için bakışlarımı pencereden dışarıya çeviriyordum. Yağan kar hızlanmıştı, gökyüzü griydi ve içerisi havayla aydınlanmıyordu. Yerimden kalktım ve erken saatlerde olmamıza rağmen ışıkları açtım. İçeriyi daha net görebiliyordum.

Tekrardan eski yerime oturdum ve biraz tezgahın arkasına gömüldüm. Aynı avını takip eden bir timsah gibiydim. Ares gömleğinin kollarını dirseklerine doğru kıvırmıştı. Sağ kolunda boynundan gelen dövmenin devamı vardı. Gözlerim pörtledi. Dövme çok karmaşıktı. Acaba boynuna yapılırken canı acımamış mıydı? Kitabı dikkatli okuyordu, çoğu yerde kaşını çatıyor ve dudaklarını titretiyordu.

Kitap okuyan insanları hep sevmiştim. Bana diğerlerinden daha samimi geliyorlardı, Ares samimi biri miydi bilmiyorum ama kesinlikle soğuk biriydi. Ya da belki de bana karşı öyleydi bilemiyorum. Belki konuşmamızı arttırırsak beni de arkadaşı gibi görebilirdi?

Onda dikkatimi çeken şey yeşil gözleriydi. Koyu bir yeşildi, aynı rüyalarımda gördüğüm gibi. Gerçi rüyalarımdaki çoğu kişinin gözlerini gerçek hayatımda görüyordum ama Ares beni diğerlerinden daha fazla ürkütüyordu.

Dükkanın kapısı açıldığında, içeriye üç tane kız girdi. Formalarından anladığım kadarıyla mahallenin orta okulunda okuyorlardı. Onlara gülümsedim. Kızlar gözlerini içeride gezdirdiler ve kitap okuyan Ares'i gördüler. Kaşları şaşkınlıkla kalkarken, onlara başımı salladım ve gülümsedim.

"İstediğiniz bir kitap mı vardı kızlar?" Kızlar hızla bana döndü ve yüzleri bir çeşit suçluluk ifadesiyle kızardı.

"Tehlikeli Yalanlar geldi mi abla?" Başımı 'evet' anlamında salladım.

"Şeker Portakalı geldi mi?" Saçları iki yandan örülü kıza dikkatle baktım. Onu sanki tanıyordum. Fazla rahatsız etmemek için gözlerimi ondan çektim ve raflara baktım. Gözlerimi kısarak kitabı aramaya koyuldum. Evet o da getirilmişti. Yine başımı salladım ve üçüncü kıza baktım. Elinde tuttuğu bir kağıda bakıyordu.

"Eyvah," Dudağımı ısırdım. "Babanı batıracaksın sanırım." Kızlar kıkırdarken bende gülümsedim. Elime listeyi uzattığında, inceledim. Kaşlarımı şaşkınlıkla kalkarken, bu kadar fazla kitabın hepsini nasıl taşıyacağını düşündüm.

"Hepsini taşıyabilecek misin eve kadar?" Öğle arasına girmişlerdi çünkü bu zil biraz uzun çalmıştı. Okul yakın olduğundan zil sesi duyuluyordu.

"Taşırım," Omzunu silkti ve etrafa baktı. Anlaşılan meraklı bir kızdı.

"Neyse," diye mırıldanırken yerimden ayrıldım ve raflara doğru ilerledim. "Siz oturakoyun ben kitaplarınızı alacağım." Kızlar Ares'e yakın bir masaya otururken, ben kitapları almaya başlamıştım. Elimde basamakla geziyordum, basamağın yetişmediği daha yüksekte kalan kitapları hep Süleyman abi alırdı. Boyum aslında uzundu, yani bazı kızlara göre. Ama bu raflar oldukça eskiydi bu yüzden de yüksekti.

İki kızın kitabını alıp tezgaha bıraktım, diğer kızın listesine geçecektim bu yüzden elime bir seper aldım. İlk sıralardaki kitaplar basamakla çıkabileceğim yerlerdi ama diğerleri daha yükseğe yerleştirilmişti. Süleyman abi bunları niye böyle yüksek raflara yerleştiriyordu ki? Her uzanamayışımda daha da sinirlenirken, omuzlarımı geriye attım ve sinirle dudaklarımı ıslattım. Aslında Ares'in boyu gördüğüme göre uzundu ve rahatlıkla bu rafa uzanabilirdi ancak ondan bunu isteyecek kadar samimi değildik.

Kıza daha sonra gelmesini söylesem olmaz mıydı? Gözlerimi kıza çevirdim. Hevesle kitaplara bakıyordu ve benim alabildiğim kitap sayısı üçtü. Büyük ihtimal harçlıklarını biriktirmişti ve listesinde bulunan tüm kitapları almak için gün saymıştı.

Derin bir nefes aldım ve aşağıya indim. Düşünceli bir şekilde, yavaş adımlarla Ares'in yanına vardım. Ondan bunu isteyeceğim için çok utanıyordum ama hem o kızın kitaplarını alması lazımdı hem de benim kitap satışı yapmam lazımdı. Boğazımı temizledim ve yavaşça yere, masanın kenarına çöktüm. Sesimin duyulmaması için kısık sesle konuşmaya başladım.

"Merhaba," Beni duymadı. Kitaba öyle bir dalmıştı ki yanına eğildiğimi bile fark etmemişti. Yavaşça yutkunurken, kendime bu eziyeti çektirmek istemediğime karar verdim. Kızlar dikkatlice bize bakarken, onlara gülümsedim ve parmağımla Ares'in omzuna dokundum. Kaşları çatık bir halde bana dönerken, omzunda duran parmağıma baktı. Gözlerinden bir anlık tiksinti geçtiğine yemin edebilirim ama bunu başarıyla sakladı.

"Rahatsız ettim değil mi?" Yüzüm kızardı. Halbuki içerisi yüz kızartacak kadar sıcak bile değildi.

"Biraz." Bunu saklamadı, benim yüzüm biraz daha kızarırken, kaşlarımı çattım ve onun yüzüne daha dikkatli bakmaya başladım.

Bu halim hoşuna gitmişçesine kibirle gülümsedi ve tam olarak vücudunu bana döndürdü. Derin bir nefes aldım.

"Şey yüksek raflardaki kitaplara erişemiyorum," Ona biraz daha eğildim ve sesimin duyulmamasına özen gösterdim.

"Senden rica etsem yüksek rafta duran kitapları alır mısın? Boyun uzun, ben alamıyorum." Bana birkaç saniye ifadesiz gözlerle baktı, ardından sandalyesinden yavaşça kalktı, boyu cidden uzundu. Başımı kaldırıp ona baktım. Elimde duran listeyi ona uzatırken, bizi dikkatlice izleyen kızlara gülümsedim.

"Kızlar bir şey içmek ister miydiniz? Çay ya da meyve suyu?" Kızlar başlarını salladılar.

"Meyve suyu olabilir." Başımı salladım ve hızlı adımlarla mutfağa gittim. Çeşmeyi açıp yüzüme su çarptım. Yüzüm aşırı ısınmıştı acaba biri dedikodumu mu yapıyordu? Uyuşuk bir şekilde bardak dolabını açtım ve içinden üç bardak çıkardım. Buzdolabından da meyve suyunu çıkarırken, içerideki kapının açıldığını duydum. Bardakları hızlı bir şekilde tepsiye koydum ve mutfaktan çıktım.

İçeriye giren kişiyi göremedim bu yüzden tepsiyi kızların önüne koydum ve bugün kaçıncı olduğunu unuttuğum şekilde gülümsedim.

"Afiyet olsun," Arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Ama belki de kızlar gelen kişiyi görmüştü? Hızla arkamı döndüm ve meyve sularını içen kızlara baktım.

"Az önce içeriye biri girdi mi?" Üçü birlikte senkronize bir şekilde kafalarını salladılar. Derin bir nefes aldım.

"Geri mi gitti?" 'Hayır' anlamında iki yana sallanan başlar... "Nereye gitti?" Parmaklarıyla Ares'in olduğu taraftaki rafları gösterdiler. Onlara göz kırptım. "Teşekkür ederim." Yavaş adımlarla arka rafa gittiğimde, elinde tuttuğu kitabı inceleyen Demir'i gördüm. Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken, onun da bugün okula gitmediğini anlamak zor değildi. Üzerinde forma yoktu.

"Demir?" Başını kaldırıp bana baktı. Mavi gözlerimi vücudumu tararken gülümsedi ve elinde tuttuğu kitabı gösterdi. Ona gülümsedim.

"Hoş geldin." Mavi gözleri sıcacık bakıyordu. "Okula gitmedin mi bugün?" Başını iki yana salladı ve söyleyecek bir şeyler aramaya başladı.

"Hayır," Omzunu silkti. "Canım pek istemedi. Kitap okumak istedim ve hiç kitabımın olmadığını fark ettim." Ona gülümsedim ve içimden gelerek omzunu sıvazladım. Bu bir tür arkadaşlık hareketiydi. Umarım öyle anlardı.

"Bugün de hiç kimse-" Lafımı tamamlayamadım çünkü arkadan Ares seslendi.

"Vay canına..." Bakışlarım arkada kalan Ares'e kayarken, Demir'in yüzü soldu. Ben kaşlarımı çatarken, Ares'in yüzünde küstah bir sırıtma yer aldı.

"Kimler buradaymış..." Ares'in sesi heyecanlı çıkıyordu. Demir'i tanıyor muydu? Demir hafifçe yutkundu ve derin bir nefes alarak arkasını döndü. Ben de gittim ve aralarında durdum. Bunu istem dışı yaptım.

"Ares." Demir kısaca selamladı onu ve rahat davranmaya çalışarak gülümsedi. "Seni de burada görmek güzel." Anlamayarak kaşlarımı çattım.

"Siz daha önceden tanışıyor musunuz?" Ares'in yüzündeki gülümseme silinmedi ve bakışlarını Demir'den çekmeden bana cevap verdi.

"Uzun zaman önce tanışıyorduk, değil mi Demir?"

"Arkadaşın olmadığını söylemiştin," Bende heyacanlanmıştım. "Bak Ares'le arkadaşmışsınız işte." Bakışlarım ikisi arasında gelip gitti. Hala birbirlerine bakıyorlardı ve aralarında hissettiğim enerji hiç iyi değildi. Demir'in hissettiği öfke elle tutulur gibiydi. Ares öfkeli değildi aksine mutlu gibiydi. Konuşmaya karar verdim.

"Birbirinizi sınıfta hiç görmediniz mi?" İkisi de bakışlarını birbirinden çekti ve şaşkınca bana baktılar.

"Hayır." İkisi de aynı anda cevap vermişti. Kaşlarım daha derin çatılırken, anlamaya çalışıyordum.

"Nasıl olur?" diye ısrar ettim. "Aynı sınıftasınız, nasıl görmediniz?" İkisi tekrar birbirine bakarken, aralarından çekildim.

"Fark etmediysek demek ki..." Ares arkasını döndü ve oturduğu masadan kitaplarını aldı. Hala yüzünde şaşkın bir ifade vardı.

"Borcum ne kadar?" Hızla kasaya gidip kitapları okuttum ve onları poşete koydum. Kitapların parasını aldım, Ares bir şey demeden dükkandan çıktı, endişeli görünüyordu. Bakışlarımı Demir'e çevirdiğimde hala bıraktığım gibiydi. Hafifçe koluna dokundum.

"İyi misin? Cidden nasıl görmediniz birbirinizi?" Demir birkaç dakika daha sessiz kaldı ve daha sonra aklında bir şeyler şekillenmiş gibi kaşlarını çattı.

"Okulda görüşürüz, Era." Elinde tuttuğu kitabı aldığı yere bırakırken, arkasında hiçbir şey anlamamış bir ben bıraktı.

---

Akşama kadar gelen müşteriler oldu. Çoğu sadece kitap alıp gitti, bazıları oturup kitaplarını okudu, bende onları izledim. Gelen müşterileri kitap okurken izlemek hoşuma gidiyordu. Ani tepkileri oluyordu.

Akşam hava karardığında, gelen kimsenin olmayacağını anladım ve kasayı kapattım. Dükkanda kontrol edilmesi gereken şeyleri kontrol ettim, anahtarları çekmeceye koydum ve çekmeceyi de kilitledim. Anahtarı çantama atarken, fişleri son kez kontrol ettim. Dükkanın kapı zili çalarken, yüzüm buruştu. Kasayı kapatmışken müşteri gelmesinden hoşlanmıyordum. Askıdan kabanımı aldım ve üzerime geçirdim, saçlarımı dışarıya çıkarırken gelen müşteriye baktım.

Demir gelmişti.

Ona gülümsedim. Başıma beremi geçirirken, kasayı açmaya gidiyordum.

"Açmana gerek yok." dedi. Bakışlarımız buluştuğunda, gülümsedi. "Buradan geçerken hala gitmediğini gördüm, istersen sana evine kadar eşlik edebilirim." Aslında bir yol arkadaşı hiçte fena olmazdı.

"Sevinirim." Yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm, o önden çıkarken, ben arkasından gittim ve kapıyı kapatarak kilitledim. Kar hala yağıyordu, kapıyı iki kez kontrol ettim ve yavaş adımlarla yürümeye başladık.

Başta hiç konuşmadık ama sonradan açılmaya başladık. Demir kesinlikle hoş sohbet biriydi. biriyle konuşuyorken onun sözünü kesmiyordu ve onun düşüncelerine saygı duyuyordu. Hep gülümsüyordu, çoğu zaman ben bir şeyler dediğimde göz kırpıyordu ve bu çok sevimli duruyordu.

"Ares'le nereden tanışıyorsunuz?" Aklıma yine nereden geldi bilmiyorum ama içimden bir ses tanışmalarının pek iyi yerden gelmediğini söylüyordu.

"Ares benim arkadaşım değil, Era." Sessizce durdu. "Ares güvenebileceğin son insan bile değil. Yerinde olsam onunla muhabbetimi en kısa zamanda keserdim." Şaşkınlıkla ona baktım.

"O kadar mı yani? Öyle kötü biri mi?" Yüzü buruştu.

"İnan bana anlattığımdan çok daha kötü biri."
modal aç
modal aç
modal aç