Yeni Ãœyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left6.
Bölüm
keyboard_arrow_right

"5.bölüm: Kaza"

@estellagodwin2
Adım Era.

Bazı zamanlar yanlış anlaşılır: Berra, Vera, Amara ya da Nora... Hepsine alışığım, biri ismimi yanlış söylerse düzeltmem, o kişi beni andığı gibi hatırlar. On dokuz yaşındayım, kardeşimin okula geç uyum sağlaması nedeniyle bende okula bir yıl geç başladım. Resim yapmayı severim, tablolarda renkleri karıştırmayı, bazen boyayı bilerek yüzüme sürmeyi ya da boyaları duvarlara sıçratmayı severim.

Kitap okurum. Bazen ağlarım, bazen gülerim. Ortası hiçbir zaman olmaz. Yağmur yağışını izlemeyi severim, gri bulutlara bakmayı severim, yağmur yağarken penceremden içeriye dolan toprak kokusunu severim, dans etmeyi severim. Özellikle Vals.

Karanlıktan korkarım.

Halbuki karanlıkla doğmuştum. Annem beni ve ikizim Ege'yi zor şartlar altında, karanlık mahzende doğurmuş. Bunun nedenini hep sorarım babaanneme, fakat verecek ne cevabı var ne de konuşacak cümleleleri. Tek bildiğim karanlıktan geldiğimiz.

Babam beni 'güçlü kızım' diye severdi. Çok küçüktüm ancak asla unutmazdım bu hitabını. Annem Ege'yi daha fazla severdi, bunu hep hissetmiştim. Benimle pek ilgilenmezdi, diğer anneler gibi saçlarımı örmezdi, elbiseler almazdı. Ancak babam yapardı bunu; saçlarımı örmeyi öğrendiğinden beri, ölmeden önce her gün örerdi saçlarımı, alıverişe çıktığımızda ilk bana elbise alırdı, hep bana güzel bakardı.

Bazen hayatımın çok güzel olabilmesi için, elimde tuttuğum her şeyden vazgeçer miydim diye düşünüyorum. Evet vazgeçerdim, babam hariç herkesten ve her şeyden vazgeçerdim.

Büyümüştüm. Daha doğrusu kendimi büyütmüştüm. Anne ve babamızı kaybettikten hemen sonra omuzlarıma yüklenen ağır yükümlülükler olmuştu. Kamburlaşmıştım ama taşıyabiliyordum. Kendi hayatım bir yana Ege'nin hayatını da kontrol etmek zorundaydım.

Onun üstüne düşmüştüm, bu bataklıktan çıkarabilmek için çok uğraşmıştım, tek başımaydım, kimse yardım etmedi. Babaannem yaşlıydı ve amcalarım hariç hiçbir akrabamızı tanımıyordum. Amcamlarla aramız hiç iyi değildi. Bizi sevmezlerdi. Gerçi... Bu duygu kesinlikle karşılıklıydı.

Ege'yi her ne kadar saplandığı karanlık kuyudan çıkarmaya çalışsam da kuyunun kokusu ona zevk verdi ve daha da battı. Onun durumu beni çok üzüyordu ancak elimden gelenin en iyisini yapmıştım ben, hiç bilmediğim sokaklarda onu aramıştım, hiç tanımadığım kişilerle muhattap olmuştum, bilmediğim sokaklarda sözlü tacize uğramıştım, her şeyin sonucunda ağlamıştım.

Omuzlarıma konan yükler ağır gelmişti. Çökmüştüm.

Ancak her şey bitti dediğim anda yeni bir umut doğuyordu. Daha fazlasını kaldıramam dediğimde, içimdeki ses beni ayağa kaldırıyor ve devam etmemi söylüyordu. Bu nereye kadar giderdi hiç bilmiyorum.

Atölyede elleri belinde herkesin yaptığı eseri izleyen öğretmenime kaçak bir bakış attım. Resim dersindeydik. Aslında bu tür derslerde genellikle test çözerdik. Beden Eğitimi dersinde kantine giderdik ve kızlarla kahve eşliğinde test çözerdik. Müzik dersinde de aynı durum söz konusuydu; fakat resim öğretmeni bizi asla dinlemiyordu ve dersine girilmesini önemle istiyordu.

Çizdiğim resim dolunaydı. İçimden bugün gelen buydu. Kara kalem çalışmalarında asla iyi değildim, çizebilirdim ancak gözüme asla güzel gelmezdi. Kenara yıldızlar kondurdum ve sıkılmış bir şekilde nefes alarak etrafıma baktım. Ege uyuyordu, Demir dilini dışarıya çıkarmış bir şekilde eserini çiziyordu, bu hali inanılmaz komik görünüyordu. Gözlerim Ares'e çarptığında durdum. Eline kalemi almış inceliyordu. Aslında onun durumu daha komikti çünkü bunu yaparken ciddiyetle kaşlarını çatmıştı.

Sanki hayatında daha önce hiç kalem görmemiş gibiydi.

"Oo, Ege efendi uyuyor mu?" Hocanın sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. Ege'nin başına tünemiş dikkatle kardeşime bakıyordu. Derin bir nefes aldım ve araya girip girmemem konusunda ikilemde kaldım.

"Hazretleri!" Elini Ege'nin koluna koydu. "Alo, uyanacak mısınız?" Ege ağzını şapırdatarak uyandı ve etrafa baktı. Işığa alışamayan gözlerini kıstı, ardından karşısında duran öğretmene baktı.

"Uyandım." diye mırıldanırken, başımı iki yana salladım.

"Günün aydın olsun, beyefendi. Sabah kahvenizi nasıl alırsınız?" Bazı kızlar kıkırdadı. Onlara ters bir bakış atarken, içimden Ege'nin kendini daha fazla rezil etmemesini istiyordum. Kardeşim eliyle gözünü ovuşturdu.

"Şekersiz olursa iyi olur." İstemsizce tuttuğum nefesimi saldım ve gözlerimi devirdim. Hoca Ege'ye tekrardan sinirle baktı ve sabır çekerek yanından uzaklaştı. Diğerlerinde çok oyalanmadı, onlara takılmadı.

Sıra bana geldiğinde yutkundum. Beni de sınıfta rezil edebileceğini düşündüm. Resmime baktı ve kaşlarını çattı. Evet karışık bir resimdi ancak düşüncelerimi toparlayamıyordum. Her şey dağınıktı, tıpkı Ege'nin odası gibi. Öğretmen düşünceli bir şekilde çenesini büzdü ve gözlerini bana dikti. Suçluluk duygusuyla birlikte gözlerimi ondan kaçırdım.

"Böyle devam et, Era." Bana gururlu bir baba gibi baktı. Ona gülümsedim. "Bu işte en iyisisin." Tekrardan gülümsedim, gururum okşanmıştı açıkçası.

"Teşekkür ederim," diye fısıldarken, sınıftakilere bakmamaya çalışıyordum. Onlara hava attığımı düşünebilirlerdi.

Bakışlarım bana dikkatle bakan Demir'e çarptığında, istemsizce yüzümdeki gülümseme büyüdü. Demir dudaklarını oynattı ve söyledi:

"Aferin." Ardından göz kırptı. Hoca bilgisayarının önüne giderken, sınıfa umutsuz bir bakış attı.

"Hadi çıkın artık." Kolumdaki saate baktım, daha yirmi dakika vardı ancak biz erken çıkıyorduk. Derin bir nefes aldım ve resmimi yuvarladım. Lastiği ortasına geçirdim, ardından elimde sallayarak atölyeden çıktım. Koridorda çamaşır suyu burnuma dolduğunda, atölye kokusunun daha güzel olduğuna kanaat getirdim.

"Kızım en iyisin ya." Meryem yanıma gelerek elini omzuma attı. Ona gülümsedim ve başımı omzuna koydum.

"Çok utandım ama." diye mırıldandım. "Arkamdan laf edecek kızlar var." Bu doğruydu. Her ne kadar sınıftakileri sevsem de üç beş kişi illaki aykırılık çıkarıyordu.

"Aman," Meryem elini salladı. "O salaklara bakacak olursan..." Ağzıyla bir ses çıkardı. Ona kahkaha atarken, arkadan biri omzuma çarpıp geçti. Derin bir nefes aldım.

"Ege." Meryem gözlerini kısmış ikizime bakarken, ben gökyüzüne baktım ve sabır diledim. Bu çocuk ya bilerek bana bulaşıyordu ya da bilmeyerek bana bulaşıyordu. Ama her türlü bana bulaşıyordu.

"Ya sen gerizekalı mısın?" diye homurdandım. Biraz sağımda kalan banka oturmuş, ağzına yerden aldığı ince çubuğu koyuyordu.

Gözlerimi devirdim.

"Sorman bile hata." Sırıttı. Ona tahrişle baktım ve sinirden kırmızıya dönmek üzere olan tenimi saklamaya çalıştım.

"19 Yaşındasın sen, biraz kendine gelsen iyi olur." Başını iki yana salladı. Bakışlarımı Meryem'e çevirdiğimde bizi izlemediğini belli etmek için okulun çatısına bakıyordu. Elimi onun omzuna koyduğumda, hafifçe irkildi. Ona gülümsedim ve başımla yola devam etmemizi işaret ettim.

Meryem geçen seneye kadar Ege'den hoşlanıyordu. Bir gün evlerine gitmiştim ve Meryem günlüğünü bana göstermişti. Bir sayfasında Ege'nin ismi kalp içine alınmıştı. Ben bunu gördüğümde o bunu saklamak istemişti ancak buna izin vermemiştim.

Aşık olmakta en az ağlamak veya gülmek kadar doğal bir duyguydu. Ona aşık olduğu ya da birinden hoşlandığı için bir şey diyemezdim ancak ikizim olan Ege'den hoşlandığı için hata yaptığını söyleyip durmuştum. Çünkü Ege dipteydi ve Meryem'i de dibe çekerdi.

Okulun çıkış kapısına yakın yeniden biri omzuma çarptı. Tekrardan Ege olduğunu düşündüm ve gözlerimi devirerek durdum. Ancak gelen parfüm kokusu onun parfümüne benzemiyordu. Arkadan geldi ve önümde durdu.

"Yolda neden duruyorsun?" Sırıttı. Bu kızı tanıyordum, Ares'in yanında duran kızlardan biriydi. Büyük gösteriyordu, hatta 25 yaşında bile diyebilirdim. Biraz balık etliydi ancak insanı kendine hayran bıraktıracak kadar zarif bir kızdı. Zarif yürürdü, konuşması bilgiçti, zeki bir kız olduğu bir kilometreden bile anlaşılırdı.

Ancak yabaniydi. Zeki ve zarifti ama kavgacıydı. Sınıfta bazen birilerini gaza getirirdi, hakkını yedirmez ama bazılarının hakkını yerdi. Ares'i tanımıyordum ama içimden bir ses karakterlerinin çok benzediğini söylüyordu.

"Yolun ortasında durmadım." Onunla tartışmak gibi bir niyetim yoktu. Kavga etmekten hoşlanmazdım hatta zorunda kalmadığım sürece anlaşmaya giderdim. Ezgi beni baştan aşağı süzdü ve alayla gülümsedi. Bazen düşünüyordum da keşke zihin okuyabilseydim o zaman bunların ne düşündüğünü ve neden böyle gülümsediğini anlardım.

"Ezgi uğraşma milletle." Arkadan gelen sesle hafifçe irkildim. Çünkü aramızda bana uzun süre gelen bir sessizlik olmuştu. Yanımıza kahverengi saçlı bir çocuk geldi ve Ezgi'nin kolunu tuttu.

"Gidelim haydi." Onu inceledim. O da Ares'lerle arkadaştı, çoğu zaman sessizdi, kibardı, sınıfla iyi anlaşırdı ve insanlar onu severdi. Bu gruba tezat olarak girmişti sanki. Tüm kötü düşüncelerin arasında iyi bir fikir oluyordu o. Kavgalarda uzlaşmacıydı, kavgayı ayırırdı, sınıfta geçenlerde kavga çıkmıştı ve ayırmak isterken o da arada dayak yemişti.

Keşke bazen bu kadar iyi niyetli olmasaydı. Aslında Demir'le iyi anlaşabilirdi ama Demir onunla bile konuşmuyordu. Acaba Ares'in Demir'i tanıdığı gibi onlarda tanıyor muydu?

"Karışma Uygar." Gözlerini bana dikti ve nedenini anlamadığım bir şekilde gözlerinden tiksinti geçti.

"Çuval gibisin." Kaşlarımı çattım.

"Ben bir çuval değilim." Meryem yanıma geldi ve kolumu tuttu ama ben ondan kaçtım. Kavga istiyorsa bunu alacaktı. Dayak yiyeceğimi bilsem bile kavga edecektim. Sonuçta dayak yiye yiye atmayı öğreniyorduk öyle değil mi?

Aramızdaki gerginlik iyice artarken okulun avlusu sessizdi. Bu sessizliği ağır adımlar bozdu. Yavaş yavaş ilerliyordu ve bu benim sinirimi bozuyordu. Oldum olası yavaş yürüyen insanlardan nefret etmiştim.

"Dişleri var," Alaylı sesi duyduğumda arkamı dönmeye gerek bile kalmadı. Bize doğru yaklaşan kişinin yüzünü görmesem de nasıl bir yüz ifadesi takındığını az çok tahmin ediyordum. Derin bir nefes alarak durdum. Meryem yanıma geldi ve beni gitmemiz için ikna etmeye çalıştı; ben onu sakinleştirirken, bize doğru gelen adımlar hızlandı.

"Ama daha ısırmayı bilmiyor." Ares yanımıza geldiğinde Ezgi onun elini tuttu. Bir nevi ondan güç almak istedi, Ares'in gözleri beni süzerken ona boş bir bakış attım. Uygar Ares'i dürttü ve kısık sesle 'gidelim' dedi ancak Ares ve Ezgi onu dinlemeden bana bakmaya devam ettiler.

"Küçük bir köpek yavrusu gibi, büyüdüğünde çok daha iyi olacak."

"Büyüyebilirse." Ezgi kahkaha atarken, Ares'in yüzündeki gülümseme büyüdü. Gözlerimi devirdim ve yanından geçmeyi düşündüm. Ancak eğer bunu yaparsam söyledikleri tüm lafları yutmam gerekirdi. Aklıma anlık olarak söylenecek hiçbir şey gelmiyordu. Dudaklarımı yaladım ve onlara baktım.

"Ne kadar birbirinize yakışan bir çiftsiniz," Boğazımı temizledim. "İkinizde başkalarını ezerek kendi egonuzu tatmin etmeye çalışıyorsunuz." Amacım laf sokmak değil, onlara bir ayna olmaktı. Ezgi çenesini büzdü ve düşünür gibi yaptı.

"Biz senin gibileri ne yaparız biliyor musun?"

"İlkokulda falan mı sanıyorsun kendini?" Kendimi tutamayıp bunu söylediğimde sırıtmaları büyüdü. Gerçekten bu kavgayı ilkokulda bile yapmazlardı değil mi? Ayrıca neden durduk yere bana bulaştılar ki?

"Ezeriz. Aynı bir insanın fareyi ezdiği gibi." Öğle arasına girmek üzerek olan ben ve midem bu söylediğiyle ağır bir darbe geçirdik. Eğer o görüntüyü aklıma getirseydim kesinlikle kusardım. Bu saatlerde midem biraz fazla hassas olurdu da.

Meryem'i hafifçe dürttüm ve Ares'in yanında geçtim. Amacım adımlarımı hızlandırıp daha fazla laf duymamak için okul çıkışına ulaşmaktı, eğer bana laf ederlerse durur aynı şekilde ona laf söylerdim. Tekrardan içimden bir ses bu kıza laf yetiştiremeyeceğimi söylüyordu.

"Bana baksana sen." Sert okkalı sesiyle durdum. Derin bir nefes aldım ve sıkkın bir şekilde arkamı döndüm. Yüzüm asıktı, gerçekten okulda bir tartışmanın içinde olmak en nefret ettiğim şeydi. Birde lanet bir huyum vardı. Bu tür ortamlarda kesinlikle ağlardım. Şu anda da sinir olmuştum ve eğer tartışma biraz daha uzarsa hem bağıracaktım hem de ağlayacaktım. Hele bizi izleyen gözler varken... Ağlamamam imkansızdı.

Ares yüzümü inceledi ve gülümsemesi hafiften soldu. Laf söyleyeceğini düşündüm ancak elini kaldırdı ve Ezgi'yi durdurdu.

"Karışma Ezgi." Hafif sinirli gelen sesinden onunda bu olanlardan bıktığını anladım. Ezgi onun yüzüne baktı ve kaşlarını çattı. Ares bana olan bakışlarını çekmeden konuşmaya devam etti.

"Bırak gitsin, daha fazla uzatma."

"Ama-"

"Uzatma." Gözlerim kenarda duran Uygar'a iliştiğinde elini çenesine koymuş düşünüyordu. Büyük ihtimal onlarla olan arkadaşlığını gözden geçiriyordu. Bu onun yapabileceği veya yapacağı en iyi şey olurdu. Onunla gözlerimiz buluştuğunda gülümsedi ve başını gitmemiz için salladı. Kimseyi dinleme niyetinde değildim ancak onun da isteğinin kavganın büyümemesi olduğunu biliyordum. Arkamı döndüm ve yoluma devam ettim.

Yemek yemeye gidiyordum çünkü inanılmaz derece açtım.

---

Felsefe dersinin bitmesine beş dakika kalmıştı, sınıftakiler toplanmış, felsefe öğretmenimiz uykusundan uyanmıştı. Hep böyle yapardı, sınıftan birine o günkü konuyu okuması için görevlendirir kendisi de dinliyormuş gibi yapıp kitabı önüne tutardı ve uyurdu. Bu ders bizim için muhabbet ya da test çözme dersiydi. Halbuki TYT sınavında felsefe bizim için yararlı olacaktı.

Zilin çalmasına üç dakika kala hoca ayaklandı ve sınıfa döndü.

"Çıkabilirsiniz çocuklar." Yerinde biraz esnedi ve sınıfın çıkışına doğru yürümeye başladı. Ben telefonumu çıkardım ve onu uçak moduna aldım. Kimsenin beni rahatsız etmesini istemiyordum.

Ege yanımdan geçerken, onun kolunu tuttum ve onu durdurdum.

"Ben geç geleceğim. Resim kursum var." Gözlerini kısarak bana baktı.

"Bir erkek arkadaşın falan yok değil mi?" Böyle bir soru sormasına şaşırmıştım. Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken, ne olursa olsun sorgulayıcı olmayan kardeşimin bana karşı bu tutumu gözlerimi yaşartmıştı.

"Nereden çıkardın bunu be?" Ama bu sorgulayıcı tavrı bir yandan da sinirimi bozdu. Varsa bile ona neydi ki?

"Seni almaya geleyim mi akşam?" Gitgide şaşırtıcı olan muhabbetimiz gözümde yaş bırakmayacaktı anlaşılan. Çenem istem dışı büzüşürken, dudaklarımı yaladım. Oscar almış bir oyuncu gibi şaşkın ama aynı zamanda mutlu hissediyordum kendimi.

"Gerek yok." En iyisi evde durmasıydı. Çünkü bu çocuk gece dışarıya çıkarsa onu asla eve geri sokamazdık.

"Ben kendim gelirim."

"Ä°yi," Elini cebine soktu. "Gidiyorum o zaman ben."

"Eve gidiyorsun öyle değil mi?" Dudaklarını birbirine bastırdı ve gülümsedi.

"Evimden başka nereye gidebilirim ki ben?" Ona inanmayan gözlerle baktım.

"Gidebileceğin yerleri saysam, akşam eve birlikte dönmek zorunda kalırız." Bana takılmadı ve sınıfın çıkışına doğru ilerledi. Başımı iki yana salladım. Aslında gördüğüm şey onun bazı şeyler değiştirmek istemesiydi ve bunun için çabalamasıydı. Eğer onu ciddiye alırsam ve dalga geçmezsem bu sefer bu davranışının anormal olduğunu düşünecekti. Bunu biliyordum çünkü ben bu çocukla ikizdim.

Sıramdan çantamı aldım ve son kez telefonumu kontrol ettim. Böyle tuhaf bir alışkanlığım vardı. Bir şeyden bir kere emin olmazdım ve iki üç kez kontrol ederdim. Bu huyum çoğu zaman bana eksisiyle dönüyordu çünkü çok hastalıklı bir durumdu.

"Selam." Yanımda hafif ve dostça bir ses duyduğumda başımı kaldırıp baktım. Demir gülümseyerek bana bakıyordu, mavi gözleri dostça bir pırıltıyla doluydu. Saçlarını topluyordu, müdür buna nasıl izin veriyordu bilmiyorum ama bu ona çok yakışıyordu. Bende ona gülümsedim ve selam verdim.

"Eve mi gidiyorsun?" Başımı iki yana salladım.

"Resim kursum var, akşam gideceğim eve." Başını onaylar şekilde salladı ve bir şey daha demek istedi. Ancak durdu ve arkasındaki kişilerin geçmesini bekledi. Ares sessizce arkasından geçti, Ezgi sadece ona şüpheyle baktı, bakışında kötü bir şey yoktu, sadece bir şeyleri anlamlandıramamış gibiydi. Uygar elini hafifçe Demir'in omzuna koydu ve bu şekilde selam verdi. Demir'de karşılığında Uygar'a selamladı. Melis yanımızdan geçerken bana el salladı aynı şekilde karşılık verdim ve gülümsedim. Diğer adlarını bilmediğim iki oğlan şakalaşarak sınıftan çıktılar.

"Ares'le konuşmuyor musunuz?" Başını yavaşça iki yana salladı.

"Hayır." Sesi kısık çıkmıştı.

"Neden?" Bu sorgulayıcı tavrım pek hoşuna gitmemiş gibiydi, bana gülümsedi ve çıkışı işaret etti. Bu gülümsemenin nedeninin beni geçiştirmek olduğunu çok iyi anlamıştım. Çıkışa doğru ilerledik.

"İstersen kursun başlayana kadar seninle kalabilirim." Boş koridorda sesi yankılandı. Sınıflar boşaltılmıştı, bazı sınıflarda birkaç öğrenci vardı onlar da büyük ihtimal kursları için kalmışlardı.

"Olur. Konuşuruz hem." Binadan çıktık ve zeytin ağaçlarının altındaki banklara oturduk. İlk birkaç dakika sessizdik. Demir gökyüzüne bakıyordu, ben yere bakıyordum. Konuşmaya nereden gireceğimi bilemiyordum.

"Nerelisin?" En ideal soru buydu. Gülümsedi ve bakışlarını bana çevirdi.

"Ankara." Güzel bir şehirdi. Hatta en çok gitmek istediğim ve yaşamımı sürdürmek istediğim şehirdi. Benim dikkatimi çeken şey Demir bu cevabı vermek için düşünmüştü. Boğazımı temizledim ve gıcığın gitmesini bekledim. Gitmeyince de öksürdüm.

"Güzel şehir. Ben buralıyım." Bakışlarımız buluştuğunda gözlerimden sanki düşüncelerimı okuyabiliyormuş gibi hissettim. Birkaç saniye sonra bakışlarımı ondan kaçırdım.

"Şey, Ares'le neden konuşmuyorsunuz?" Yine dönmüş dolaşmış aynı yere gelmiştik. Merak ediyordum ama nedenini, elbette bir nedeni vardı değil mi? Ares uzun zaman önce tanıştıklarını söylemişti ve Demir'de bunu inkar etmemişti. Bir sebebi vardı konuşmamalarının, önemli bir nedeni vardı.

"Çünkü ikimizin hamuru da farklı. Birbirimize çok zıttız ve rekabet içindeyiz." Son dediğini kısık sesle söylemişti, sanki duymamam gerekiyormuş gibi.

"Ne rekabeti?" Dudağını ıslattı ve gözleri yeri arşın etti.

"Önceden de aynı sınıftaydık ve ikimizde sınıfın en iyileri olmak istiyorduk." dedi aceleyle. Bu bana pek inandırıcı gelmemişti ama başka ne rekabeti olabilirdi ki?

"Oldunuz mu bari?" Bu dediğime güldü. Bu gülüşü fazlasıyla içtendi. Dediğim komiğine gitmişti, ben bu söylediğimde ne komiklik var diye düşünürken o cevapladı.

"Olamadık." Başını iki yana salladı. "Hala olamadık yani."

"Hala devam mı ediyor?" Şaşırmıştım. Başını salladı ve oturduğu yerden kalktı. Bende onunla birlikte kalkarken, gözlerimle yüzünü taradım. Yanlış bir şeyler söylememiştim değil mi?

"Şimdi gidiyorum." dedi ve elini ensesine attı. Bu kararından emin değildi sanki, gitmek istiyordu ama belki de bir nedenden ötürü kalmakta istiyordu.

"Benim de şimdi kursum başlayacak zaten." Onun işini kolaylaştırmak için söylememiştim bunu cidden birazdan kursum başlayacaktı.

"Era, sana telefon numaramı verebilir miyim?" Bu soru bana fazla masum gelmişti. Hayatımda daha önce hiçbir insan bana telefon numarasını vermek için izin istememişti. Ona baktım ve başımı onayla salladım.

"Tabii." Telefonumu açtım ve ona uzattım. "Buraya yaz ve kaydet." Sessizce yazdı ve kaydetti.

"Bir şey olduğunda beni arar mısın?" Sözünü istiyordu sanki, eğer başıma bir şey gelirse kesinlikle ilk olarak onu aramamı ister gibiydi. Başımı istemsizce aşağı yukarı salladım.

"Ararım tabii, neden aramayayım?" Gülümsedi ve eliyle hafifçe kolumu sıvazladı. Kendimi onun küçük kız kardeşi gibi hissettim. Bu durum hoşuma gitmedi.

"Daha sonra görüşürüz." Yerden çantasını aldı ve son kez bana baktı. "Kendine dikkat et." Hafifçe gülümsedim ve ona el salladım.

"Görüşürüz." Sesim cılız çıkmıştı. Onun gidişini izledim, okulun kapısından çıktı ve sola saptı. Bu insanlardan tuhaf bir enerji alıyordum. Kesinlikle benden sakladıkları bir şey vardı. Sadece benden değil hepimizden bir şey saklıyorlardı. Başımı iki yana salladım ve saçlarımı kulaklarımın arkasına atarak atölyeye doğru yürümeye başladım.

---

Kurs bittiğinde hava kararmıştı. Benimle birlikte birkaç kız daha okuldan çıkıyorduk. Birbirimize 'iyi akşamlar' dedik ve hepimiz ayrı yollara saptık. Soğuktan titriyordum, ellerimi cebime soktum ve başıma kırmızı beremi geçirdim. Ayaklarım uyuşuyordu, botlar bile bu soğuğa engel olamıyordu. Zaten kendimi bildim bileli ayaklarım da sorun vardı. Her zaman üşürdü, yaz kış fark etmezdi.

Ağzımdan çıkan buhara takılmamaya çalışsam da, bu havanın hala buz gibi olduğu düşüncesini değiştirmiyordu. Omuzlarımda bir ağrı vardı, tıpkı başımda olan ağrı gibi. Eve gittiğimi ve sıcacık olan ısıtıcının önünde yattığımı hayal ettim. Bu biraz daha iyi hissetmemi ve adımlarımı hızlandırmamı sağladı. Eğer biraz daha yavaş yürürsem kesinlikle köşeyi dönmeden buzdan heykele dönüşecektim.

Boğazımdaki gıcığın gitmesi için hafifçe öksürdüm. Soğuktan dolayı akan burnumu peçeteye sildim ve omuzlarımı iyice kabanıma gömdüm. Bir an önce yaz gelsin istiyordum. Eğer yaz gelirse asla laf yapmayacaktım ve sıcak olduğu için hiç şikayet etmeyecektim. Güneş kardan çok daha iyiydi.

Titrek bir şekilde nefesimi verdiğimde, karşı kaldırıma geçmeye karar verdim. Bunun için acele ettim çünkü eğer biraz daha beklersem cidden soğuktan çığlık atarak deli danalar gibi koşmaya başlayacaktım.

Yola çıktığımda, kulağıma fena bir ağrı girdi, aynı ağrı enseme de girmişti. Sanki ilahi bir güç beni yolun ortasında bırakmak istiyor gibiydi. Hareket edemedim, hareketlerim kısıtlandı. Ayaklarımı ilerletemedim, kollarım bana ihanet etti. Gerçekten öylece kalmıştım. Sanırım köşeyi dönmeme gerek kalmamıştı, yolun ortasında buzdan bir adama dönüşmüştüm sanki. Ama üşüdüğümü hissetmiyordum.

Gözlerime gelen yoğun ışıkları hemen gözlerimi kapattım ve bana çarpmaması için dua etmeye başladım. Ancak Allah'ın sevmediği kulu olan ben, yine ve yine çaresiz kaldım. İlk olarak hissettiğim şey, fena bir baş ağrısıydı, bacaklarım titriyordu ve başım dönüyordu. İnsanlar çevreme toplanmıştı, bu kadar kalabalığın ne ara olduğunu hatırlamıyordum. Ayağa kalktım ve zangır zangır titreyen bacaklarıma aldırmadan yürümeye çalıştım.

Kalabalık midemi bulandırıyordu. Alnımdan akan yoğun bir sıvı vardı biliyordum, çünkü o sıvı kirpiklerime değmişti. Kusacaktım. Birkaç adım attım ancak devam edemedim, çünkü gözlerim karardı.

Bunun devamında ne olduğunu hatırlamıyorum. Hiçbir şey hissetmemiştim; ne ambulansla hastaneye getirildiğimi hatırlıyordum ne de yaralarıma pansuman yapıldığını. Sadece hastanenin serum kokusuna uyanmıştım. Bu koku kötüydü ve hastane çalışanlarına bir kez daha minnettar kaldım.

Hafifçe yutkunurken, gözlerimi açmaya çalıştım. Gözlerim fazla ışıktan yandı bu yüzden geri kapattım.

"Uyandı." Dibimde bunu söyleyen sese dönmek istedim ama yapamadım. Boynumu hareket ettiremiyordum. Bir an boynumda boyunluk olduğunu düşündüm ve istemsizce elimi boynuma götürüp kontrol ettim. Hiçbir şey yoktu. Sadece boynum tutulmuş olabilir miydi?

Tekrardan gözlerimi açmaya çalıştım. Bu sefer daha başarılı oldum çünkü ışık kısılmıştı. Ya da bana öyle geliyordu ama görmek bana çok iyi gelmişti. Beyaz önlüklü bir doktor yanıma geldi ve elini alnıma koydu. Bunun nedenini bilmiyordum sadece sesimi çıkamadan onu izledim.

"Beni duyuyor musun, Era?" Gözlerimi açıp kapattım. "Era?" Başımı aşağı yukarı salladım. Sözlü bir yanıt almak istiyordu anca bende o güç yoktu.

"Söyler misin, Era? Beni duyabiliyor musun?" Sesimi bulmaya çalıştım.

"Evet." Kısık çıkan sesimle doktor tatmin olmuşçasına gülümsedi. Ben derin bir nefes almaya çalıştım ama kalbimin üzerine bir ton ağırlık var gibiydi. Elimle kalbimi tuttum. Doktor elini elimin üzerine koydu ve bir baba gibi gülümsedi.

"Zorlama. Kötü bir kaza geçirdin ama her şey iyi olacak." Bu bir temenni miydi yoksa avuntu muydu bilmiyorum ama uslu bir şekilde başımı salladım.

"Geçmiş olsun." Doktor çıkış kapısına doğru ilerledi.

"Teşekkürler." Odada kendim dışında başka bir ses duyduğumda başımı hızla ona çevirmek istedim ama bunu yapamadım. Boynum cidden tutulmuştu.

Sesi tanıyordum. Daha bugün benimle dalga geçmişti nasıl tanımazdım ki?

"Burada ne işin var?" Kaba çıkan sesimle birlikte yatağımın önüne geldi ve beni süzdü. Ardından onaylamaz bir şekilde başını iki yana salladı.

"Çok ayıp, Era." Ellerini cebine soktu. "Halbuki ben senin hayatını kurtardım." Ona anlamaz bir şekilde baktım.

"Nasıl?" Yerimden kalkmaya çalıştım ama o beni durdurdu.

"Kalkma." Yanıma geldi ve yanımda duran koltuğa oturdu. Ellerini koltuğun destek yerlerine koydu, bir süre bana baktı. Ona bir şey demedim, aklımda çok soru vardı ama konuşacak gücüm yoktu.

Hafifçe doğruldu ve ellerini önünde kenetledi. Bu hareketiyle ciddi bir konuşma yapacağını anladım.

"Fazlasıyla dikkatsizsin, Era." Sesi alaylı çıkıyordu ama yüzü çok ciddi duruyordu. Hangisine güveneceğimi bilemedim, sesi mi gerçek duygusunu yansıtıyordu yoksa yüzü mü? Ona gerçeği söylesem bana garip bakar mıydı?

"Hareket edemedim," Sesim kısık çıktı. "Birden dondum kaldım sanki ayaklarım oraya mıhlanmış gibi." Sesim çok sinir bozucu çıkıyordu. Net değildi, sanki anten çekmiyor gibi cızırtılıydı.

Bu dediğime güldü.

"Komik bir kızsın," Derin bir nefes aldı. "Kendi hatanı başkalarına yükleme." Kaşlarımı çattım.

"Benim hatam değil ki!" Sinirlenmiştim. Ben gayet iyi gidiyordum, ayrıca sağıma ve soluma da bakmıştım gelen giden yoktu. Sinir sistemim mi beni yarı yolda bırakmıştı anlayamıyordum.

Hafifçe ve zarif bir şekilde oturduğu koltuktan kalktı ve bana üstten baktı. Gururuma yediremiyordum. Bu adam mı kurtarmıştı şimdi beni? Hadi canım, yok artık.

Gözleriyle tekrardan beni süzdü ve ağzı alayla bir gülümsemeyle büküldü.

"Teşekkür ederim." Kaşları şaşkınlıkla kalkarken, sırf yüzündeki bu ifadeyi görmemek için teşekkür etmezdim. Çok sinir bozucu görünüyordu.

"Bak sen," Sesi alaylıydı, tıpkı gözleri gibi. "Küçük kızımız nezakati de bilirmiş." Gözlerimi devirdim.

"Gidip arkadaşlarına yetiştirebilirsin." Zaten canım yanıyordu, istediğim gibi nefes alamıyordum, birde bu adamla uğraşıyordum. Bacağım hala titriyordu, aynı zamanda üst tarafında et ezilmesi olduğunu tahmin ediyordum, dizim zonkluyordu, kaşlarımı hareket ettirdikçe alnımda bir yer acıyordu. Hala o yeri tespit edememiştim.

"Öyle bir niyetim yok." Sesi hala alaylıydı ama bu seferde gözleri kızgın bakıyordu.

"Ailem..." Aklıma sonunda gelen ailem içimde bir şeyleri burktu. Babaannem nasıl korkmuştur kim bilir?

"Kardeşin Ege'ydi değil mi?" Sonunda normal iki insan gibi muhabbet edebilecek miydik? Başımı aşağı yukarı salladım ve ona anlamamış bir şekilde baktım.

"İyi. Onu aradım birazdan burada olur. Kahramanlık yapmaya çalışma ve burada otur." Kapıya doğru yürümeye başladı.

"Babaannem?"Sesim titredi. Eğer öğrenirse kalbine inerdi. "Ona söyledin mi?" Bakışlarını bana çevirdi ve gözleriyle yeniden yüzümü taradı. Bir an dalga geçmek istedi ama bunu sakladı ve ciddiyetle başını salladı.

"Ona haber vermedim." Kalbimi tuttum ve rahatça nefes aldım, alabildim.

"Teşekkür ederim." Bu teşekkür içten gelendi, samimi ve bir o kadarda ona karşı borçlu. Sanki düşüncelerimi okumuş gibi gözlerini kıstı ve tekrardan yavaş adımlarla bana yaklaştı. Ona anlamamış bir şekilde baktım ama o buna aldırmadı ve yanıma geldi.

"Bana bir borcun var, Era." Kaşlarımı çattım. "Bunu ödemen için en uygun zamanı bekleyeceğim." Dudaklarının kenarı tekrardan o alaylı gülümsemeyi konuk etti. Ben sinirle ona baktım, Ares odadan çıktı ve kapıyı arkasından kapattı.

Başımı yastığa gömdüm ve gözlerimi sıkıca yumdum.

"Tahmin ettiğimden çok daha kötü biri."
modal aç
modal aç
modal aç