Herkes nefes almak için başını kaldırdığında bir gökyüzü ile karşılaşırdı değil mi ve bu gökyüzü hep mavi olurdu, bazen siyah bazense gri ama herkesle aynı olurdu lakin benim değildi. Ben Gökyüzü`me baktığımda aydınlığı görüyordum. Işığı görüyordum işte. Hayatımın tek ışık kaynağı oydu resmen. Ben bazen onda bir anne şefkatini görürdüm, belki bazen bir baba ya da var olan ablamın hissettirmediği bir abla, abi şefkati veya bir arkadaş ve çokça da bir sevgili. Benim için her şekle bürünen bir adamdı benim Koca Gökyüzü`m. Tüm acılarımı omuzlarına yüklemiş bir Gökyüzü. Her kızın arkasından en çok babası olurdu değil mi? Her hatasını affeden, her şeyiyle kabul eden. Benim babamdan çok Gökyüzü`m vardı. Sağımda, solumda, önümde ve arkamda... Acım acısı olmuştu. Acısı ise acım. Mutluluğu mutluluğum, mutsuzluğum mutsuzluğuydu. Özlemim özlemi, özlemi özlemimdi. Peki ya bir gün, Koca Gökyüzü giderse, bu Uzay Kızı ne yapardı? Bir daha bu acılara göğüs gerebilir miydi? Korkularına sağlam bir adım atabilir miydi? Ardına baktığında, her dediği şeyi onaylayan birini ya da ona güven verircesine gülümseyen birisini görecek miydi? Belki de Uzay Kızı, bu bahane ile Uzay`ın Kızı olmaktan vazgeçerdi ve kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmiş güçlü bir kadın olabilirdi.
Gökyüzü`m benim güzel sevgilim, bana mutsuzluğumda geldin. Mutsuzluğunda geldin. Bazen yaralarımızı beraber sardık, bazen o yaraları tekrar deştik. Lakin tekrar saran ikimizden başkası olmadı. Yalvarırım, yalvarırım beni mutsuzluğumla, umutsuzluğumla, ihanetlerimle, şefkatsizliğinle ve senin yok olmanın bıraktığı acıyla bir başıma bırakma.
Ve unutma, Uzay Kızı Koca Gökyüzü`nü hâlâ ilk gün ki gibi delicesine seviyor ve sevmeye de devam edecek...
Alex, fırtınanın şiddetli uğultusu ve yağmurun amansız hücumu altında başını gökyüzüne kaldırdı. Şimşekler, gecenin karanlığını yırtarken gökyüzünde açılan boşluklar, içindeki fırtınayı da gün yüzüne çıkarıyordu. Gözyaşları, yağmurun damlalarına karışıp belirsizleşirken içindeki derin pişmanlık, her bir yağmur darbesiyle daha da yoğunlaşıyordu. Kafasını kemiren tek bir soru vardı: "Her şeyi değiştirebilir miydim? Yoksa en iyi son bu muydu?"
Milyonlarca yıldır gezegeni dengede tutan, ayakta tutan bir grup vardı. Kaizen, artık gezegen zorlu bir sürecin eşiğindeydi. Zamanın Varisi, gizemli yetenekleriyle gezegenin kaderini değiştirecek ve bilinmeyen sırları açığa çıkararak kendi yolculuğuna başlayacaktı.
"Bir varmış, bir yokmuş..."
Mutlu sonla biten masallar böyle başlar değil mi? Ama biz bugün sizlere farklı bir masal anlatacağız.
"Bir zamanlar evrenin ve zamanın ötesinde çalışan bir şirket varmış. Bu şirket bir nevi insanlığın temeliymiş fakat bu gerçeği bilenler ise sadece birkaç kişiymiş..."
Ama ya bir şeyler ters giderse
Ya bazı şeyleri saklamak aslında bir hataysa
İstenenden daha büyük bir patlama ve yangın...
İşte bu şirketin sonunu getiren gerçekler
Peki ya son yeni bir başlangıcın habercisiyse?
"Belki de her şey bitiyordu, belki de her şey yeni başlıyordu."
İnsanların tanrılara olan inancının azalmasıyla artık sonun ve yeni bir başlangıcın vakti gelmişti. Olimpos`un düşüşü ile tanrı ve tanrıçalar, dünya düzeninin devam etmesi adına güçlerini insanlara bahşettiler. Onlara bu lütuf Tanrıça Hera tarafından sunuldu. Onları altın tahtından edenler insanlar olmasına rağmen Hera affedicydi. Ve insan soyu altı guruba ayrıldı. Lykya, Dione, Anemos, Helos, Proteus ve Kronos`un çocukları olmak üzere güçle kutsandılar. Bu altı ırk dünyanın sunduğu nimetlerle, bastıkları toprağa hizmet etmeye başladılar. Artık tanrılar insanlardı. Ama insan olmanın getirdiği kusurlardan arındırılmamışlardı. Gerçek bir Tanrı gibi sonsuz hayata sahip olma arzusu ile birleşerek Zaman Bekçilerini, Kronos`un çocuklarını katlettiler.
Ve Tanrıça Hera denge için bir çocuğu dünyaya bıraktı.
Aşk demek ölümdü. İntihardı. Ben zaten ölecektim. Ölümü seçmezdiniz. İntihar ise bir seçimdi. Aşk da intihardı. Ben intiharı seçtim.
Seçecek vaktim varsa tabii, bu bir romantik aşk hikayesi değil. Zaman hikayesi. Ölümün hikayesi. Bu benim hikayem. Bizim.
Yıldızlar da elbet bir gün ölürler.
İnsanlar düzeni bozdu ve tüm büyüyü kendilerine istediler,büyüyü aldılar ama zamanı kaybettiler.Kaybolan zaman ise huzuru bozdu ve topraklar üç adaya ayrıldı.Alderomin,Algedi ve Alkurah.Ve her şeyin sonunda adaların en güçsüzü Alkurah adasından bir kız,tıpkı onun gibi bu düzene karşı bir korsanla zamanı bulmak için yola çıktı.
Bazı hikayeler hiçbir zaman sona ermez. Onlar, geçmişin derinliklerinde saklanır ve bir gün yeniden hatırlanmayı bekler.
Mahperi Şahiner, yıllardır unutmaya çalıştığı hatıralarla bir Kasım akşamında yüzleşmek zorunda kalır. Bir çiçekçinin vitrininde gördüğü kasımpatılar, onu geçmişin kapanmamış defterlerine ve yarım kalmış hikayelerine geri çeker. Bu çiçekler, yalnızca güzellikleriyle değil; taşıdıkları acı ve hatıralarla da Mahperi’nin kalbinde derin izler bırakmıştır.
Mahperi, geçmişin ağırlığıyla baş etmeye çalışırken kendi kırık hikayesini onarıp yeniden yazmanın yollarını arar. Peki, kasımpatılar gerçekten bir sonu mu işaret eder yoksa yeni bir başlangıcın anahtarı mıdır?
Kum azalarak süzüle süzüle aşağı akıyordu ben neredeydim ne yapıyordum.
Geçmişini arayan Meltem bekleyişten vaz geçişe ardından kayboluşa arayışa ve bitişe gidecektir. Peki yolun sonunda gerçeklerle yüzleşebilecek midir? Yüzleştiği şeylerin ağırlığıyla başa çıkabilecek midir? Bir Kum saati hikayesi. Zaman daralıyordu...
---
Asra, zamanın akışında kaybolmuş bir kadındır; dünyası hızla değişen, ne olduğu belirsiz bir yerin sınırlarında bir varlık. Ne geçmişiyle, ne de geleceğiyle barışıktır. Bir gün, ellerinde tuttuğu bir kitap, ona tanımadığı bir kapıyı aralar. Gözleri, kelimelerle dolu olan sayfaların arasında, bilmediği bir dünyaya adım atar. O dünyada, kadınlar susar, öyle öğretilmiştir; tarihin gölgelerinde kaybolmuş, yok sayılmışlardır.
kimliğini bulmaya çalışırken karşısına çıkan hırsları, güç mücadelelerini tek bir amaca odaklar: kendini var etmek. Her adımda, kadının sesinin susturulduğu bir dönemi sarsar. Her anı, direnişle doludur, her kararı, kimliğini yeniden şekillendirme çabasıdır. Ama ne kadar dirense de, kadının içindeki gücü keşfetmesi, aynı zamanda onun en büyük sınavına dönüşecektir.
Zaman, sadece dışarıdan bir güç gibi değil, bir kadının ruhunun derinliklerine işleyen bir kuvvet olarak, içindeki yankıları değiştirir. Kimliğini bulmak, onu ayakta tutan değerleri keşfetmek için bir yolculuğa çıkar. Ancak bu yolculuk, yalnızca geçmişin zincirlerini kırmakla kalmayacak, aynı zamanda ona ait olmayan bir dünyada kalp atışlarını sorgulamasına yol açacaktır.
Ve belki de, en büyük mücadelesi, zamanın değil, kendisinin biçimlendirdiği aşk olacaktır. Bu, sadece bir sevda değil, bir kadının zamanla sınanmış varoluşunun öyküsüdür. Güç, ona ait olmayan dünyada kendini yeniden bulmayı gerektirirken, bu aşk, hem içindeki derin boşluğu dolduracak, hem de bir kadının sessizliğine karşı verilen en büyük direnişin başlangıcı olacaktır.
---
Bir grup genç kendilerini sadece birbirleriyle zaman içinde yakalanmış bulurlar. Her birinin kendi izleri ve sırları vardır. Her birinin zaman hapishanesinden kaçmak için kullanması gereken bir yeteneği vardır. Grup, sahip oldukları tek ipuçlarını takip etmeye başlar ve bu da onları dünya çapında yönlendirebilir. Saniyeler geçtikçe, herkesin ortadan kaybolmasının ardındaki nedeni bulabilecekler mi yoksa hepsi sonsuza dek zaman içinde kaybolacak mı?
Geçmişin unutulmuşluğundan kalma,
Anın güzel anları ile başlama,
Geleceğin bilinmezliğinde kaybolma.
Tam bir hayal kırıklığı mıydı bu aşk?
Her şey sadece bir anın intikam öfkesi için mi oluşmuştu?
Dolunay; gece karanlığını aydınlatıyordu.
Resimde bir kadın ve bir adam vardı. Elleri birbirlerine dokunmak üzereydi ama tam dokunmuyorlardı birbirine. Sanki… kadın görünmez bir el tarafından geriye doğru çekiliyor gibi resmedilmişti.
Resmi ilgi çekici yapan ise bunlar değildi. Lavin’i bu kadar büyüleyen, resimdeki kadının yeşil gözlerinin tam olarak kendisine bakıyor oluşuydu. O an ne olduğunu anlayamadan eli hareketlendi ve kadının gece siyahı saçlarına dokundu.
Dokunması ile bir ışık huzmesi etrafını çepeçevre sarmıştı.
Ateş “Bu da neyin nesi?’’ diye sordu.
Lavin onu duyuyordu ama konuşmak istediğinde sesi çıkmamıştı. Etrafı tamamen ışıkla sarıldığında omzunda bir acı hissetti.
Acının etkisiyle gözlerini kapatmadan önce elini Ateş’e doğru uzattı ama tam elleri birbirine dokunacakken geriye doğru çekildi ve sonrası karanlıktı.
Osmanlıdan yanlışlıkla günümüze gelen bir kızın hikayesi...
1800`lü yıllarda yaşayan mucit bir adam ve ailesi varmış. Bu mucit adam, bir çok icatlar yapmış ama en büyük icadı bir zaman makinesiymiş...
Normal bir hayat süren Ayda bir gün uyur ve zaman yolculuğu yaparak bir adamın intihar girişimini engeller. Her şey aslında adamın intihar girişimini engelleyerek başlar. İyi okumalar dilerim.
Asya Yılmaz, kütüphanede bulduğu eski bir kitapla geçmişine dair kaybettiği dedesiyle yeniden buluşma arzusunu taşır. Mert Arslan, zaman makinesi ile geçmişe adım atmayı hedeflerken, Seda Erdem gerçeği arar. Üç karakterin yolları kesiştiğinde, kayıplarıyla yüzleşmek ve geçmişin izlerini sürmek, onları derin bir yolculuğa çıkarır. Bu kitap, kaybın ve zamanın doğasına dair dokunaklı bir keşif sunuyor.
Peki siz?
Siz hiç intihar etmeyi düşündünüz mü?
Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide kendinizi ölümle avuttunuz mu? Ecrin Kavin Ulusoy o çizgide öldü.
Peki siz?
Siz nasıl öldünüz?
🕯️
"Bugün birileri de ansızın yola çıkmaya niyetlendi Ö gibi, kimileri bunu aşk acısından yaptı kimileri ise içine sığmayan şeylerden, bazıları sadece gitmek istediği için niyetlendi bazıları ise gitmek istemediği için. Ama hepsi niyetlendi, ne kadarı bunu başardı? Bilinmez. Bizim tek bildiğimiz Ö`nün yaşadıklarıydı. Bizi sadece o ilgilendirirdi gerisinden bize neydi kısacası.
Ö sadece niyetlenmedi, o bunu başardı..."
Ö adam bir gece, evi bildiği yerde otururken uzaklaştı zihninden, önce zihninden sonra evinden. Yola çıkmalıydı, zihnini doldurmalı, kendisiyle yeniden tanışmalıydı ama bir sorun vardı. Bulunduğu yer olağandan uzaktı... Buradan çıkmalı ve ve gerçeğe dönmeliydi... ama nasıl çıkacak, ne yapacaktı? Bulunduğu yer gerçek değil gibiydi ama ya gerçekliği buysa Ö adamın? O zaman ne yapacaktı?
-unutma! Yola çıktın. Artık duramazsın. Çünkü bıraktıklarını eskisi gibi bulamayacaksın. Bundan sonra seni yol ilgilendirir ve yolda buldukların. Gerisini yolunun üstüne koyma. Kafan karışır yolu bitiremezsin. Unutma! Yola çıktın! Yolda kal! Yolu bitir!
Bir yerde okumuştum. "Dayanılmaz olan insanlar değilmiş, insanlarmış." Demiş Franz Kafka. Sahiden gerçekten de öyle miydi? Dayanılmaz olan insanlar mıydı? Yoksa yaşamda buna dahil miydi? Ölüm ve yaşam arsında ki o ince çizgide her gün gidip geliyorduk. Ama kimse bunun farkında bile değildi. Sahi neden farkında değildik ki biz? Bizi durduran şey neydi? Daha doğrusu biz neden kendimizi engelliyorduk gerçekleri fark etmek için? Gerçeklerin can yakıcı bir tarafı olduğu için miydi?
Ölüm anlık ve geri dönüşü olmayan bir kaçıştı. İşte ölümü cazip kılan şey bir daha geri dönüşü olmamasıydı. Garip ya ölümü korkunç kılan şey de buydu. Ve ben artık geri dönmek istemiyordum.
Șirin... Șirin Köksal... Bu hikayenin yaralı güvercini. Zamanın hoyrat rüzgarı savurdu beni. Yaralı yüreğim, mavi bir sevdaya tutuldu. Dindirdi acımı, şefkat dolu kalbi yuva oldu bana. Ne var ki bazen mutluluğun düşmanı en yakınındadır insanın. Kapanmamış bir intikam defteri beni kaçtığım geçmişe sürükledi ve tutkun olduğum mavinin yerini, habersiz olduğum gerçeklerin karanlığı aldı. Bir ileri bir geri sürüklendim zamanın tıkırtıları arasında. Oysa, gözleri gökyüzüm, varlığı umudumdu, gülüşü güneşim. Güvendeydim onun yanında. Her şeyden önce sırdașımdı. Kaç gün oldu bilmiyorum. Birkaç asra bedeldi ondan ayrı kalmak. Bilmiyorum, kavuşacak mıyım gökyüzüm olan adama?
İntihar edip ölen Laure, 1932 sabahında uyanır. Neler olduğunu ve buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışırken bilinmeyen nedenlerle onu birkaç dakika öncesi yerine 92 yıl geriye yollayan ölüm meleğiyle beraber 1932 yılında sıkıştığını öğrenir.
İkili bir çözüm yolu ararken istemeden de olsa kendilerini bu peri masalına kaptırmaları uzun sürmeyecektir.
Dünyanın %20`lik kısmı özel güçlerle dünyaya geldi.Bu güçler meducus,orandi,umbra,tempus,videntis,mens,hallucinatio,lux,vodoydu.Önceden tüm insanlar beraber yaşarken bu güçleri kötüye kullananlar sayesinde çıkan insanlar ve büyücüler arasında çıkan savaştan sonra büyücüler kendilerini insanlardan gizlemeye başladı.Bi daha böyle bi savaş yaşanmaması için kahinlerin aldığı kararla bu büyücüler ve daha büyü gücü ortaya çıkmayan kişiler tek tek akademide toplanmaya başladı...
X kişisi neden olduğu felaketten pişman olunca kahinlerin kitabıyla zamanı geri sarar ve olanların tekrar etmemesi için uğraşmaya başlar.
Ne zaman birisiyle iki günden fazla vakit geçirsem o kişi acı bir şekilde öldü ve ben lanetimle yaşamaya alışalı çok oldu. Daha sonra yaşanacak olaylar ise öyle herkesin kaldıramayacağı türlerdendi. Her şey pamuk saçlı ve değişik bir tonda mavi gözleri olan yaşlı bir adamın bana limonata vermesi ile başladı.
Gülce devrim 19 yaşında üniversite adalet bölümü 1. sınıf öğrencisidir. Çabalamayı sevmeyen işi kolayından çözmeye çalışan biridir. Bir gün bilinmeyen birinden bir kaç notlar alır. Notların ardından cesetler, üzerlerine oynanan oyunlar ve daha niceleri.
Yolu edim ile kesiştiğinde aynı şeylerin onun da başına geldiğini öğrenir. Zor olsada ikisi birlikte olayları araştırmaya karar verir, bilinmeyen onlara tehditlerini sıralarken onların birbirlerine güvenmekten başka çareleri yoktur.
Geçmişlerindeki lanetin büyüyüp boyunlarına asılması ise onlara idam masasında savaşmaya iter. Yara aldıkladrı yerden yanmayı, yakmayı dilediler. Onlar gül bahçesinde kaybetmeyi bile razı geldiler. Yolun sonu onlar için araftan farksızdı ama birbirlerine yaslanan güçlü ruhlar her zamankinden daha fazla cennetteki gülleri arzuluyordu.
"Sen hep gül, güldüğün yerde gül bahçeleri oluşuyor çünkü."